Milli Ekonomi Modeli
Prof. Dr. Haydar Baş

A) SİYASİ VE KÜLTÜREL İÇERİKLİ DELİLLER

– “Yunanistan’ın karasularını değiştirmesini savaş sebebi sayan 1995 yılına ait TBMM  kararı kaldırılmalıdır. Çerçeve ve Katılım ortaklığı belgelerinde meselenin Uluslar arası Adalet Divanı’nın yargı yetkisi dahilinde olduğu kabul edilmiştir’’ (66).

Bu madde ile Türkiye’nin sınırlarının işgal edilmesinde  her hangi bir tepki vermesine dahi müsaade edilmeyeceği belirtilmektedir.

– “Türkiye Ortadoğu barış sürecini desteklemeye devam etmiştir.AB ortak hedeflerini paylaşacağını ve ulusal politikalarını AB ortak tutumu ile uyumlaştıracağını açıklamıştır. Hamas bu ortak kapsamdadır’’ (67).

AB’nin Ortadoğu hedefleri, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi adlı işgal planı örtüşmektedir. ABD, bölge ülkelerinin sınırlarını –Türkiye’de içinde olmak üzere, değiştirmeyi, gerekirse askeri olarak işgal etmeyi hedeflemektedir. Türk hükümetinin son yıllardaki tutumu, hem bölgede yapılan katliamları destekleyici mahiyette, hem de Türkiye Cumhuriyeti devletinin toprak bütünlüğüne zarar verecek biçimdedir.

– “301 madde kaldırılmamış, ama bu hususta olumlu adımlar atılmıştır” (68).

Dünyanın hiçbir gelişmiş kabul edilen ülkesinde  devleti ve milleti tahkir edecek birlik ve beraberliği zedeleyecek propagandalar yapmak mümkün değildir. Ama Türk devletinden istenen, milletin birlik ve beraberliğini zedeleyecek, kimliğini tahkir edecek açıklamalara müsaade edilmesidir.

Bir taraftan Fransa’da “sözde Ermeni soykırımının aksini düşünmek bile suç” kabul edilirken, diğer taraftan Türkiye’den böyle bir talepte bulunulması demek, Türkiye aleyhine konuşmak serbest ama Türkiye’nin “kendisini savunması bile yasak”  demektir.

– “Türkiye, ‘Culture 2000’ programına katılmıştır. Bu olumlu bir adımdır” (69).

Culture 2000 programı etnik ayrımcılığı destekleyen bir programdır.Ulus devlet yapısının parçalanması için ortaya atılan etnik ayrımcılık ile tek millet olan uluslar kendi içinde ki renk farklılıkları kavga unsuru haline getirilerek bölünmek ayrıştırılmak istenmektedir.

– “Türkiye, halen askeri hizmetin vicdani ret hakkını tanımamıştır” (70).

Türk milleti, “asker bir millet”tir. Onun bu özelliği, vatanımız üzerinde bu kadar bölücü hesap olmasına rağmen Anadolu coğrafyasında varlığını ikame etmesine imkan tanımaktadır. Bu madde ile hedeflenen, asker sayısını azaltacak adımların atılması, dolayısıyla ülkenin savunmasının zaafiyete uğramasının sağlanmasıdır.

– “Kıbrıs Cumhuriyetine yönelik somut adımlar atılmalıdır. Limanlar ve hava sahaları açılmalıdır” (71).

AB, adada hiçbir zaman iki devletin olduğu gerçeğini kabul etmemiş; Rum tarafını “adanın tek sahibi” olarak “Kıbrıs Cumhuriyeti” şeklinde tanımıştır. Elbette böyle bir AB’ci yaklaşım, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ve adadaki Türk askerini işgalci konumuna itmektedir. Şimdi istenilen Türk askerinin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin işgalci olduğunun Türk Devleti tarafından kabul edilmesidir.

Bu bağlamda son günlerde AKP hükümetinin bir liman ve hava sahasını açalım teklifi son derece sakıncalıdır. Çünkü bir limanın açılması ile on tanesinin açılması arasında bir fark bulunmamaktadır…

Türk hükümetinin böyle bir AB’ci manevraya soyunması, Kıbrıs’ın yegane sahibinin “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla Rum Kesimi olduğunun fiilen ilan edilmesi, KKTC’nin fiilen ilgasını kabul edilmesi ve adadaki Türk askerinin kendi irademizle “işgalci” olarak nitelendirilmesi olmaktadır.

– “1923 yılında  yapılan Lozan antlaşmasındaki azınlık tarifi değiştirilmelidir. Yahudi, Ermeni ve Rum’ların dışında Avrupa standartları çerçevesinde azınlık olarak tanımlanan başka topluluklar vardır’ (72).

Oysa Türk milletinin içerisinde bulunan etnik farklılıklar onları azınlık yapmamaktadır. Kültürü, inancı, tarihi, örfü, kökeni vb özellikleri ile “tek bir millet” olan Türk milleti, etnik ayrımcılığa tabi tutularak parçalanmak istenmektedir,

– “Yerel dini makamlar, vaaz ve yayınlarında zaman zaman misyonerlik faaliyetlerine karşı hasıma ne tutum içerisinde olmaktadır” (73).

Camide imamın yaptığı konuşmaya bile müdahale eden AB, hangi vicdan ve din özgürlüğünden bahsediyor; elbette bunu anlamak mümkün değildir. Kaldı ki, misyonerlik faaliyeti, siyasi bir olgu olup; ülkelerin işgal edilmesinde öncü kuvvet vazifesi görmektedir. Afrika Kıtası devletlerinin tarihi, “misyonerlikle başlayan işgal süreci”ni bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır.

Bu maddede son derece önemli bir gerçek ile karşılaşmaktayız; ülkemizde yaygınlaştırılan “AB’ye girersek muhafazakar insanların inançlarını daha rahat yaşayacakları” dezenformasyonu ile, millet ve devlet karşı karşıya getirilmek istenmektedir.

Bugün camide imamın yaptığı konuşmaya bile tahammül edemeyen AB’nin bu gayr–i vicdani ve gayr–ı insani tavrının, yarın bundan farklı bir tutum olarak ortaya çıkacağını beklemek elbette mümkün değildir. Kaldı ki, ülkemizde  kilise çanları özgürce çalarken; AB topraklarında açıktan ezan okumak dahi mümkün olmamakta, hatta hasbelkader açıktan ezan okumaya kalkışan olsa, derhal suç işlemiş kabul edilmektedir.

Dolayısıyla Sosyal Devlet/Milli Devlet olarak, gerçek özgürlüklerin ülkemizde yaşandığına dikkat çekerken; bütün dünyaya geçmişte olduğu gibi bugün de örnek olacak milletin, tarihi, gelenekleri ve kültürü ile “Türk milleti” olduğunu göstermemiz gerekmektedir.

– Diyarbakır Protestan Kilisesi ve Yehova Şahitlerinin dernek kurma talepleri kabul edilmiş bu olumlu bir adımdır, ancak azınlık vakıflarının mülkiyet hakları ile ilgili kısıtlamalar devam etmektedir’’ (74).

Azınlık vakıfları ile ilgili hükümetin verdiği birçok tavize rağmen; AB’nin istedikleri, açıkça Lozan öncesine dönülmesidir, Sevr’in hayata geçirilmesidir. Anadolu’nun binlerce yıldan beri Türk toprağı olduğu gerçeğini göremeyen AB ile, gerçekten sadece iletişim problemi değil, aynı zamanda köklü bir doku uyuşmazlığı yaşandığı ortadadır.

– “Ekümenik Patriğin bu sıfatını kamusal alanda kullanması yasaktır.Bunun önündeki engeller kaldırılmalıdır’’ (75).

Fener Patrikliği, Lozan  antlaşması ile Fatih ilçesi kaymakamına bağlanmıştır. AB’nin talebi istikametinde şayet “ekümeniklik” diye sıfatı kabul edilirse; hem Lozan hiçe sayılacak, hem de sur içinde bir “din devletinin temeli atılmış” olacaktır.

– “Nisan 2006’da nüfus kağıdında din belirtme zorunluluğu kaldırılmıştır,ancak din hanesi komple kaldırılmalıdır. Bu endişe verici bir tutumdur’’(76).

Türk milleti Müslüman’dır. Bu gerçeği kabul etmek istemeyen AB, nüfus kağıdında bile bu gerçeğin ifade edilmesinden rahatsızlık duymaktadır. Avrupa’da, Hıristiyanlığa mensup olanlar kimliklerini bir kiliseye kayıt ettirerek ilan ederken; ülkemizde milletimiz, inancını nüfus kağıdına yazdırarak ifade etmektedir. Kağıt üzerinde yazılı olan bir ifadeye bile tahammül edemeyen bir zihniyetin, Türk milletinin inancına tahammül etmesi elbette mümkün değildir.

Burada AB’nin vermek istediği mesaj şudur; Türk Milleti, kendi kimliğini ve kendi inancını koruduğu müddetçe, onu üyeliğe kabul etmemiz mümkün değildir.

– “Eşcinsel dernekleri geçmişte olduğundan daha az bir güçlükle karşılaşmaktadırlar; bu olumlu bir gelişmedir’’ (77).

İnsanı, “iktisadi bir hayvan” olarak değerlendiren kapitalist düşünce anlayışı, insanı tanıyamadığı için onu tatmin etmesi de elbette mümkün değildir. Bu toplumlarda ortaya çıkan sapkın eğilimler, insanın doğasının tanınmaması ile alakalıdır.

İnsanı tanımayanların, onu tatmin etmesi de elbette mümkün değildir. Bu şartlarda ortaya çıkan hastalıkları tedavi etmek yerine, bunu doğal bir davranış olarak gören düşünce sistemlerinin insanlığa verecekleri çok fazla bir şey de bulunmamaktadır.

– “TSK iç hizmet kanunu değiştirilmelidir; Silahlı Kuvvetler, hala görüş açıklamaya devam etmektedir’’ (78).

Ülkenin güvenliğinden sorumlu kurumların ülke güvenliği tehdit altındayken konuşmasına ve ülkenin toprak bütünlüğüne yönelik tehditleri bertaraf etmesine, ancak bu topraklar üzerinde hesabı olanların rahatsızlık duyması mümkündür. Aksi taktirde, elbette ülke yararına olan herkesin konuşması, hem demokrasinin, hem de insan haklarının gereği ve hatta bu kurumların vazifesidir.

– "AİHS (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) 13. ek protokolü her koşulda ölüm cezasını reddetmektedir. Şubat 2006’da bu onaylanmıştır. Olumlu bir adımdır’’ (79).

Kasten ve taammüden can almanın cezası ne olmalıdır? Bu konuyu, hukuk bölümünde ele aldık; şu kadar söylemek gerekir ki, ceza, işlenilen suça mukabil ölçüde olmalıdır. Aksi taktirde ne adalet, ne de kamu düzeni sağlanabilir.

– “Socrates, Leonardo da Vinci, Youth programlarının devreye konması gerekmektedir’’ (80).

Her milletinin kendi tarihinden, kültüründen, inancından beslenen bir eğitim modeli olmalıdır. Gençliğimizin, Türk milletinin kimliğini oluşturan ve bağrında bulunan değerleri tanıması, her şeyden önce kendi değerleri ile barışması lazımdır.

Acaba, bize Socrates’i eğitim programlarımız adına tavsiye edenler, kendi gençlerine ne kadar M. Kemal Atatürk’ü veya Mevlana’yı örnek olarak anlatmaktadırlar.


66– Bkz. 2006 yılı İlerleme Raporu
67– Bkz. 2006 yılı İlerleme Raporu
68– Bkz. 2006 yılı İlerleme Raporu
69– Bkz. 2006 yılı İlerleme Raporu
70– Bkz. 2006 yılı İlerleme Raporu
71– Bkz. 2006 yılı İlerleme Raporu
72– Bkz. 2006 yılı İlerleme Raporu
73– Bkz. 2006 yılı İlerleme Raporu
74– Bkz. 2006 yılı İlerleme Raporu
75– Bkz. 2006 yılı İlerleme Raporu
76– Bkz. 2006 yılı İlerleme Raporu
77– Bkz. 2006 yılı İlerleme Raporu
78– Bkz. 2006 yılı İlerleme Raporu
79– Bkz. 2006 yılı İlerleme Raporu
80– Bkz. 8 Mart 2001–Katılım Ortaklığı Belgesi