Yeraltı kaynakları bir millete ait olan doğal zenginliklerdir. Devletlerin yapması gereken, bu kaynakları milletinin menfaatine millet ile birlikte çıkarmak, işlemek ve satmaktır. Bu kaynakların, ait olduğu ülke menfaatine kullanılmasını istemeyen küresel güçler ise, bu kaynakları kendi tekellerine almak isterler.
Bu amaç doğrultusunda o ülkenin ekonomi politikalarına müdahale ederek adeta o ülkenin ekonomik bağımsızlığını kısıtlarlar. Bir ülke, yeraltı kaynaklarını yabancılara çıkarttırıyor ve işlemeden (ham madde olarak) satıyorsa, bu o millete ait olan yeraltı kaynaklarının küresel güçlere aktarılması demektir(7).
Çünkü birçok ülke, ihraç ettiği yeraltı kaynaklarını işlendikten sonra 100 hatta 1000 kat daha fazla para vererek tekrar satın almaktadır. Global güçler bu yeraltı kaynaklarının maden işletim haklarını alıp, çıkardıkları madenleri işledikten sonra, bu kaynaklara sahip olan ülkelere kat kat pahalı fiyattan geri satmaktadırlar.
Daha önceleri ülkelerin kaynaklarını hammadde olarak satın alıp, işledikten sonra satan küresel güçler, artık direkt olarak maden yataklarını ele geçirerek hammaddeleri de tekellerine almışlardır.
Göz önünde tutulması gerekli bir başka nokta da şudur ki; maden potansiyelinin değerlendirilmesi, değişken (dinamik) bir süreçtir. Değişen ekonomik şartlar ve teknolojik ilerlemeler yeni kaynakların keşfedilmesine imkan sağladığı için ülke rezervlerinde ciddi değişikliklere yol açabilir.
Bugün önemli olmayan düşük kalitedeki yataklar, madenciliğin ilgisi dışında kalan doğal zenginlikler yarın cazip hale gelebilir.
Başka bir ifade ile, "bugünün çöpü, yarının serveti olabilir". Yeni kaynaklar açısından ülkelerin potansiyelleri çok farklı olabilir ve bu durum maden potansiyellerine göre yapılan ülke sıralamalarını altüst edebilir.
Küresel güçler, gelişmekte olan veya geri kalmış ülkelerin sahip oldukları yeraltı kaynaklarının farkına varılmaması için her türlü yolu denemektedirler. Bu ülkelerdeki maden araştırmalarının önünü kesmeye çalışarak, bulunan yeraltı rezervlerini olduğundan az göstermektedirler. Bu kaynakları kendi menfaatleri doğrultusunda kullanabilecekleri ortam oluştuğunda ise, daha önce olmadığı söylenen kaynaklar bir anda açığa çıkar ve bu küresel güçlerin mülkiyetine geçer.
Bu konuda son dönemlerde çıkartılan kanunlarla birlikte sahip olduğu yeraltı ve yerüstü kaynakları, yabancıların kontrolüne geçen ülkemizi örnek olarak verebiliriz.
Mustafa Çınkı'nın Rant Lordları kitabında ülkemizdeki yeraltı kaynaklarının nasıl küresel güçler tarafından ele geçirildiğini detayları ile görmek mümkündür (8).
Kitaptaki bilgilere göre:
Rio Tinto 30 Maden Arama Ruhsatı
Cominco 190 Maden Arama Ruhsatı
Yamas 233 Maden Arama Ruhsatı
Tuprak 63 Maden Arama Ruhsatı
Geomar 3 Maden Arama Ruhsatı
Omya 85 Maden Arama Ruhsatı
Normandi 149 Maden Arama Ruhsatı
İsimli yabancı firmaların yanında Magnezit, Eldorado, Anatolia Minerals, Odysf resources, BHP madencilik, Norando, Knauf gibi yabancı firmalarının da ruhsatını aldığı maden yataklarının toprak ölçümü 400.000 kilometrekareyi aşmış durumda.Yani topraklarımızın yarısından fazlası bugün maden ruhsatı adı altında küresel firmaların kontrolünde bulunmaktadır.
Türkiye üretim yapılabilecek nitelik ve nicelikteki 50 çeşit maden türüyle, maden rezervleri bakımından belki de dünyanın en zengin ülkesidir. Ülkemizdeki madenlerin değerinin 3 katrilyon Dolar olduğu hesaplanmaktadır. Bu kaynakların birkaç milyar Dolar karşılığı küresel güçlere devredildiği düşünüldüğünde, ülkemizin nasıl bir kuşatma ile karşı karşıya olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Türkiye'nin maden kaynakları bir kıtanın maden kaynaklarıyla aynı çeşitlilik ve büyüklükte-dir(9). Nitekim yetersiz aramalara karşın bor, mermer, toryum, trona, zeolit, pomza, selestit, perlit gibi madenlerde dünyanın en büyük rezervleri ülkemizde bulunmaktadır. Örneğin dünya bor rezervinin % 67'si ülkemizdedir. Bilinen altın rezervleri bakımından 6500 ton ile G. Afrika Cumhuriyeti'nden sonra dünyada ikinci sırada yer almaktadır. Altının yanı sıra, ülkemizin jeolojisi, başta endüstriyel hammaddeler, bakır, kurşun, çinko, gümüş, linyit gibi çok değişik madenler ile ilgili yeni kaynakların bulunmasına elverişlidir. Ülkemiz arama yoğunluğu açısından özellikle geçmişte çeşitli nedenlerle madencilere pek cazip gelmemiş olan skarn yatakları ile son 20-25 yılda ekonomik kaynaklar haline gelen porfiri bakır, epitermal altın gibi düşük te-nörlü yataklar açısından yeterince aranmamıştır. Sürdürülecek aramalarla yeni kaynaklar bulma şansı son derece yüksektir.
Madenciliğimizin bugünkü cılız durumunun asıl nedeni, kaynak yetersizliği değil, onlardan yeterince yararlanamayışımızdır. Bulunuşlarının ardından onlarca yıl geçtiği halde Siirt-Madenköy bakır-pirit yatağı, Sivrihisar-Beylikahır NTE-toryum-fluorit karmaşık yatağı, Beypazarı trona yatağı, Adana-Aladağ düşük tenörlü krom yatağı, Manisa-Çaldağ nikel yatağı, Hasançelebi demir yatağı ve son olarak yatırımları yabancı şirketlerce yapılmış, finansman, teknoloji, pazar sorunları olmayan işletmeye hazır altın yataklarının varlığı bunun açık kanıtıdır. Zengin kaynaklara sahip olmak yeterli değil, bu kaynakları zenginliğe dönüştürecek maharete de sahip olmak gerekir.
Shell firmasında 20 yıl genel müdürlük yapmış olan Antony Robinson'un dediği gibi, "Bütün Amerikan petrol şirketleri bilir ki, yapılan araştırmalar Türkiye'nin bir petrol denizi üzerinde olduğunu gösteriyor." Çekilen uydu fotoğraflarıyla da bu tespit edilmekte, bilhassa 5.000 metreden sonra yoğun petrol yatakları görülmektedir. 1980 yıllarında, yabancılarla yapılan petrol anlaşmalarında 5.000 metreye kadar inilmesi planlanmışken, 300 metrede aramalar bırakılmış, petrol bulunan yerlerin de üzerine çimento dökülmüştür. Bugün o çimento dökülen kuyularda yapılan çalışmalarda petrol fışkırmaktadır. Ayrıca Türkiye'de petrol aramak için ayrılan bütçenin çok az olması da, bu kaynakların ortaya çıkmasını istemeyen küresel güçlerin etkinliğinden kaynaklanmaktadır.
Ayrıca Türkiye krom, uranyum, demir, manyezit, trona, pirofillit, feldspat barit, kil, kömür, gümüş ve bazı endüstriyel hammaddelerin üretimi ve rezervi bakımından dünyanın söz sahibi ülkeleri arasında yer almaktadır. Bakır, kurşun, çinko, linyit, volfram, boksit, talk, civa, antimu-an, kaolen, zımpara, platin grubu, dolomit gibi madenler de mevcuttur.
Ülkemiz maden potansiyelinin kullanımına dayalı sektörlerin geliştirilmesi, Türkiye'de gelişen sanayi kollarının ihtiyaç duyduğu hammaddelerin dünya piyasaları ile rekabet edebilecek fiyatlarla bu sektörlere verilmesi ve bu kuruluşlar arasında organik bağların geliştirilmesi uluslararası rekabet koşulları dikkate alındığında ülkemizin dış ticareti açısından büyük önem taşımaktadır. Bu konuda ülkemizde var olan ve üretimi yapılan hammaddelerin uzantısında yer alan sanayi kollarının belirlenmesi ve işbirliği olanaklarının oluşturulmasıyla şüphesiz büyük yararlar sağlanacaktır. Ülkemizde farklı sektörlerin ihtiyaç duyduğu hammaddelerin aramalarının yapılarak rezervlerinin belirlenmesi, kalite iyileştirilmesi gereken ürünler için gerekli teknolojik araştırmalar yapılarak bu tesislerin kurulmasına öncelik verilmesi ve ihtiyaçları doğrultusunda üretim hedeflerinin belirlenmesi gerekmektedir. Ve her şeyden önemlisi bu kaynaklar devlet-millet ortaklığı ile kurulacak şirketler tarafından çıkartılmalı ve işlenmelidir.
7- Bkz. Mustafa Çınkı, Rant Lordları, Ankara 2004
8- Mustafa Çınkı, Rant Lordları, s. 558- 632
9- Prof. Dr. Güven Önal, Akşam, 02.07.2001