Senyoraj nedir?
Senyoraj, genel anlamda "paranın üretim maliyeti ile üzerinde yazılı değer arasındaki farktır." Bu farkın devletin kasasına gelir olarak girmesiyle devlet, vergi gelirlerinin dışında ciddi bir gelir daha elde eder.
Eski dönemlerde, altın para sisteminde altının itibari değeri ile maddi değeri arasında bir fark bulunmadığı için, para otoritesi olan devletin senyoraj geliri elde etme imkanı yoktu. Paranın maden değeri düşürülerek elde edilebilecek senyoraj geliri ise, paraya olan güveni azaltacağı için, hem içeride, hem de dışarıda ticareti olumsuz etkilemekteydi.
Bu tür para sistemlerinin zamanla yerini kâğıt yani itibari paraya bırakması devletlerin de senyoraj geliri elde etmesine olanak sağlamıştır.
Senyoraj geliri devletlerin hükümranlık hakkını ifade eder. Devletler coğrafyalarında elde edilen hizmet ve üretim karşılığında senyoraj geliri elde etme hakkına sahiptir. Devletler, elde ettikleri bu kârı vatandaşına hizmet olarak kamu harcamalarında kullanır.
Aynı zamanda devletler, halkının emek ve üretiminin kârı ortada olmadığı halde bu hakkı kullanabilirler. Senyoraj geliri elde edebilirler. O takdirde mal ve emek mukabili olmayan emisyon artışı talebi arttırır. Bunun neticesi talep enflasyonu meydana gelir. Bu takdirde devlet talebin önüne kontrol mekanizması ile geçerek enflasyonu önler
Devlet tarafından basılan kâğıt paranın maliyetinin çok düşük olması nedeniyle, maliyet ile yazılı değer arasındaki fark çok yüksek olmakta bu sayede devletler yepyeni bir gelir imkanına kavuşmaktadır.
Senyoraj geliri kamu harcamaları ile halka hizmet olarak aktarılacağı için, devletlerin senyoraj geliri elde etmesi halkın emeğinin kendisine hizmet olarak dönmesidir. Ülkelerin kalkınmasında kaldıraç vazifesi gören senyoraj gelirine globalleşme adına karşı çıkanlar yerli paranın yerine, yabancı ve maliyetli paranın ülke ekonomilerinde dolaşımda bulunmasını savunmaktadırlar.
Globalleşme adına Merkez bankalarına senyo-raj geliri elde etme hakkına yasak getirilen devletler, üretimlerinin karşılığı kendi paralarını piyasaya sürmek yerine, piyasadaki para talebini faizle alınan yabancı para ile karşılamaktadırlar. Globalleşme, devletlerin sahip olduğu yeraltı ve yerüstü kaynaklarının yabancı güçlere aktarılması demektir.
Globalleşmenin bir ayağı özelleştirme, bir diğer ayağı ise senyoraj gelirine getirilen yasaktır.
Ülkelerin, özelleştirme ile sahip olduğu yeraltı kaynakları, en önemli kamu iktisadi teşekkülleri ve getirilen yasakla da senyoraj gelirleri global sermaye sahiplerine aktarılmaktadır.
Gelişmiş ülkeler, IMF ve Dünya Bankası kanalı ile gelişmekte olan ülkelerin merkez bankalarına emisyon yasağı getirmekle, devletlerin senyo-raj gelirinden mahrum kalmalarına sebep olduğu gibi, aynı zamanda piyasalardaki emisyon açığı 'hard currency' ile kapatıldığı için, bu devletlerin gelirlerini kendilerine transfer etmişlerdir.
Gelişmekte olan ülkelerin merkez bankalarını ba-ğımsızlaştırarak senyoraj geliri elde etmelerine yasak getirilmesinin, bu ülkelerin sömürülmesi demek olduğunu yıllarca çeşitli TV programlarında ve makalelerde ifade ettik.
Yıllardır ortaya koyduğumuz gerçekler, artık Türkiye'de ve dünyada sahasında saygın isimler tarafından da ifade edilmektedir. T.C. Merkez Bankası eski Başkanı Yaman Törüner, 24-26 Mart 2005 tarihli Milliyet gazetesindeki makalelerinde gelişmekte olan ülkelerin senyoraj geliri elde etmesine müsaade edilmediğine, bunun yerine gelişmiş ülkelerin o ülkeler adına senyoraj hakkını kullanıp 'hard currency'leri dolaşıma sokarak gelişmekte olan ülkelerden vergi aldığına dikkat çekmiştir. Yaman Törüner şöyle diyor:
"Merkez bankacılığı, ateş ve tekerlekle beraber dünyada yapılan en büyük üç icattan biridir. Merkez bankaları sayesinde, devletler para basar ve bastıkları para kadar "senyoraj" geliri elde ederler. Yani, bastıkları para kadar halktan vergi toplamış olurlar. Bu açıdan bakıldığında, Merkez bankaları devletlerin bir parçasıdır ve prensip olarak devletten bağımsız olamazlar.
Diğer bir deyişle, Merkez bankalarının bağımsız olmaları, kendi devletlerini değil, kapitalist sistem yöneticilerini dinlemeleri anlamına gelir. Bir devlet, zaten kapitalist sistem yöneticilerinin isteklerini yerine getirmeye hazırsa, o devletin de onayıyla merkez bankası bağımsız yapılır. Asıl "senyoraj" gelirini, gelişmiş ülkeler Merkez bankaları elde eder.
Bu gelirin kontrollü biçimde elde edilmesi için gelişmekte olan ülkelerin merkez bankalarının bağımsız olması, bağımsızlığın prensip edinilmesi, yani kendi devletlerinin çıkarlarını fazla korumamaları şarttır. Gelişmiş ülke merkez bankaları gerçek değişim aracı sayılan "hard currency" basarlar. Gelişmekte olan ülkelerin halkları, karşılıksız basılan "hard currency"leri ödeme, tasarruf ve borç alma aracı olarak kullanırlar. Gelişmekte olan ülkelerin bağımsız merkez bankaları da "hard currency" üzerinden döviz rezervi bulundururlar. "Hard currency" basabi-len merkez bankaları, kendi ülkelerinde talep edilenin katlarca fazlası kadar dışarıdan para talebiyle karşılaşırlar. Dışarıdan olan para talebi kadar da karşılıksız para basıp, başka ülke halklarından "senyoraj" geliri elde ederler. Yani, bir bakıma gelişmiş ülkeler, merkez bankaları aracılığıyla gelişmekte olan ülke halklarından vergi alırlar."
Yabancıların gelişmekte olan ülkelerden aldıkları verginin diğer bir biçimi, onları borçlandırma yoluyla gerçekleştirilir.
Borçlar için ödenen faizlerin büyük bir bölümü aslında yabancıların aldığı "senyoraj"dır. Bu "senyoraj" genellikle bankalar aracılığıyla tahsil edilir. Borçlandırma iç ve dış borçlar aracılığıyla yapılır. Ülkelere borçların rahatlıkla ödenip ödenmeyeceği konusunda notlar verilir ve bu notlara göre verilecek kredilere faiz uygulanır.
Devletlerin iç borçlarının önemli bir bölümü de yabancılar tarafından verilir. Buna sıcak para deniliyor. Dış borçların çok önemli bölümü de yabancılar tarafından karşılanır.
Borç vermede kullanılan "hard currency", gelişmiş ülke merkez bankaları tarafından basılmış paralardır. Gerçekte, baskı masrafı dışında bir gideri yoktur. Gelişmekte olan ülkelerin merkez bankaları ve ticari bankaları rezerv adını verdikleri "hard cur-rency"lerini gelişmiş ülke bankalarında tutar. Sonuç olarak, her ülkeye aslında kendi parası borç verilir. Alınan borcun çoğu da borcu veren yabancı ülkeden mal almakta kullanılır. Böylece, alınan borç vadesi beklenmeden borcu veren ülkeye geri döner ve tekrar borç olarak verilir. Merkez bankaları iç ve dış talepten fazla para basarlarsa, enflasyon yaratırlar. Yani, talep kadar basılan para enflasyon yaratmaz. Ancak, dış talep kadar karşılıksız "hard currency" basan gelişmiş ülke merkez bankaları, para bastıkları halde enflasyona neden olmazlar.
Talebin üstünde para basarak yaratılan enflasyon, bir çeşit vergidir ve toplumu fakirleştirir.
Enflasyonist ortamda, zenginler kendilerini koruyacak tedbirler alabilirler. Vergi yükü genellikle dar gelirli halkın sırtına biner. Zenginlerin aldıkları tedbirler arasında, paralarına yüksek reel faizler almak, servetlerinin bir bölümünü yurtdışında tutmak, enflasyon muhasebesi gibi uygulamalar vardır."
Senyoraj geliri elde etmeyen ülkeler, üretim yapmalarına rağmen refah düzeyini arttıramamaktadırlar.
Ancak kendi parasını o ülkenin yerli parasının yerine devreye koyan ülkeler elde ettikleri gelirle, kendi refah seviyelerini arttırmaktadırlar.
Gelişmekte olan ülkeler üretim yapmak için çalışarak işin cefasını çekerken, bu üretimin karşılığı senyo-raj geliri elde eden gelişmiş ülkeler işin sefasını sürmektedirler. Öte yandan, senyoraj geliri elde etmeyen ülkeler piyasalarının ihtiyaç duyduğu parayı dışardan faizle temin ederler.
Bir ülkenin kendi Merkez bankasında başka bir ülkenin parasını bulundurması veya kendi topraklarında dolaşıma sunması o ülkeyi finanse etmesi demektir.
Bugün başta Türkiye olmak üzere, özellikle Uzakdoğu ülkelerinin merkez bankalarında büyük miktarda ABD Doları saklanmaktadır.
Japonya Merkez Bankası'nda, Ağustos 2005 itibari ile 847.777 milyar ABD Doları bulunurken(6) ; Çin Merkez Bankasında ise Temmuz 2005 itibari ile 711 milyar Dolar bulumaktadır(7). Bunun manası şudur: Japon ve Çin halkı yüz milyarlarca Dolarlık üretim yapmış; karşılığında ABD, kağıt boyayıp onlara vererek bu üretimi kendisine aktarmıştır.
Türkiye'de ise durum daha vahimdir. Çünkü biz sadece Merkez Bankamızda değil, dolaşımda da yabancı paralara izin vermekteyiz.
Yani üretimimizin karşılığında piyasada bulunması gereken emisyon miktarını, senyoraj hakkımızı kullanmak suretiyle karşılamıyoruz.
Yabancı ülkeler de emisyonlarını arttırıp bize paralarını gönderiyor ve senyoraj geliri elde ediyorlar.
Senyoraj gelirinin bizim gibi ülkelere yasak, ancak parasını dünya parası yapma gayreti içerisinde olan ülkelere serbest olması, o ülkelerin ilerlemesine katkıda bulunurken, bizim ise batmamıza neden olmaktadır.
Günümüzde devletlerin senyoraj geliri elde etmesi, bir çeşit enflasyon vergisi olarak tanımlanmakta ve ekonomiler açısından bir hastalık olarak görülmektedir. Bunun yerine devletlerin iç ve dış borçlanmaya gitmesi tavsiye edilmektedir.
Ancak, Milli Ekonomi Modeli'mizde belirtilen oranlarda emisyon hacminin arttırılarak senyoraj geliri elde edilmesi devletler için bir mecburiyettir. Aksi takdirde, piyasada yeteri miktarda tüketim olmayacağı için, ekonominin dengeye oturtulması mümkün olamaz.
Geçmişte senyoraj geliri elde eden bazı devletler bunu belli bir mantık çerçevesinde ve belli oranlar dahilinde uygulamamıştır. Daha çok siyasi kaygılar neticesinde bütçe açıklarını kapatmak için yapmıştır. Belli bir kural çerçevesinde uygulanmayan emisyon artışı elbette talep enflasyonuna yol açar.
Senyoraj gelirine karşı çıkılmasının sebebi, görünüşte artan para miktarının piyasalarda fiyatlar genel seviyesinde bir artışa sebep olacağı iddiasıdır.
Ancak bu iddiayı ortaya atanlar bir taraftan faizle alınan dış kredilere destek olmuş, diğer taraftan da bankacılık sisteminin kaydi para üretimini desteklemişlerdir.
T.C. Merkez Bankası Başkanı S. Serdengeçti'nin bu konudaki açıklamaları dikkat çekicidir:
"Bu ülkede emisyonun mili gelire oranı düşüktür. Merkez Bankası evvelden beri basması gereken parayı basmamakta ve bunu faizleri yüksek tutmak için yapmaktadır. Rantiyeye hizmet etmeyi bırakıp çok para basılsa faizler düşecek, üretim ve yatırım artacak, üretim artınca enflasyon da düşecektir"(8).
Dikkat edilirse senyoraj gelirine karşı olanlar, devlete para satmak için karşıdırlar. Eğer devletler emisyonlarını arttırıp, senyoraj geliri elde ederlerse, global tefeciler ve yerli taşeronları büyük bir gelir kapısından mahrum kalacaklardır.
Milli Ekonomi Modeli'mizde senyoraj gelirini hem bir ekonomi kuralı olarak ele alıyor, hem de emisyon oranlarının nelere bağlı olduğunu formülize ediyoruz.
Ülkemiz şartlarında olayı ele aldığımızda şunu görüyoruz; yıllardan beri belli bir büyüme oranına sahip olan ülkemizde piyasada bulunması gereken yerli para piyasaya sürülmemiştir. Bunun aksine dışarıdan faizle alınan borç para ile Merkez Bankamız yükümlülüğünü yerine getirmeye çalışmıştır. Şu ana kadar devlet olarak emisyonumuzu devreye koymuş olsaydık, bugün yüzlerce milyar Dolar borç yükü ile karşı karşıya kalmamış olacaktık.
Aynı zamanda olması gereken para piyasada bulunacağı için reel piyasada istenilen canlılık oluşacak, üretici de istediği pazara kavuşmuş olacaktı.
TC. Merkez Bankası'nın yükümlülüklerine baktığımızda, 01.09.2005 itibari ile toplam yükümlülük 78.704.003 milyar TL dir. Bunun 45.986.083 milyarlık kısmı döviz yükümlülüğü iken, sadece 17.525.915 milyar TL'lik kısmı emisyondur(9).
Yani Merkez Bankamızın yükümlülüklerinin sadece % 22'si emisyon iken, % 58'i döviz, geri kalanı da mevduat olarak bulunmaktadır. Oysa bu oran, gelişmiş kabul edilen ülkelerde kendi emisyonları lehine son derece yüksek iken, döviz yükümlülüğü olarak son derece düşüktür.
Ayrıca son derece önemli bir nokta da bizim emisyonumuzun yurt dışından alınan faizli para karşılığı olduğudur. Yani gerçekte bizim emisyon oranımız 0% 00 dır. Çünkü emisyon ülkemizde faizle alınan yabancı para karşılığı yapılmaktadır.
Mesela ABD'de emisyon oranı, % 81.52 iken, döviz yükümlülüğü % 0 dır. Almanya'da emisyon % 53.51 iken, döviz yükümlülüğü % 10'dur. ispanya'da ise döviz yükümlülüğü % 0,57 iken, italya'da döviz yükümlülüğü % 6'dır(10).
Bu rakamlara baktığımızda karşılaştığımız gerçek şudur; biz üretimimiz karşılığı piyasada kendi emisyonumuzu bulundurmak yerine başka ülkelerin paralarını emisyonumuz yerine ikame ederek, gelirlerimizi bu ülkelere transfer ederken; kalkınmış kabul edilen ülkelerin tam tersine kendi emisyonlarına bağlı bir para politikası izlediklerini görmekteyiz.
Diğer taraftan dolaşımdaki para ile vadesiz mevduatın toplamı manasına gelen M1 rakamlarının GSMH'ya oranlarına baktığımızda ülkemizde nasıl bir oyun oynandığını daha rahat anlarız.
Ülkemizde M1 " GSMH oranına baktığımızda bu oranın % 6.2 olduğunu görmekteyiz (2005 yılı ocak ayı M1 rakamı 26.906.087 YTL GSMH rakamı 430.511.476.968 YTL'dir; oranlarsak, yukarıdaki yüzdeyi elde ederiz(11).
Oysa bu oran daha öncede belirttiğimiz üzere kalkınmış kabul edilen ülkelerde çok çok daha yüksektir.
Örneğin EURO bölgesinde (EURO'nun geçerli olduğu ülkeler, İngiltere buna dahil değil) 2004 yılı GSMH 7.601 milyar Euro, M1 rakamı ise 2.937 milyar Euro olmuştur; buna göre M1/ GSMH= %38'dir(12).
Çin'in 2004 yılı GSMH'sı 1.649 milyar dolar, M1 rakamı ise 1.150 trilyon dolar olmuştur; buna göre, M1/GSMH= %69.7' dir(13).
Ülkemizde, "Para basma, enflasyon olur" sözü ile hem halkı, hem de kamu kesimini global tefecilere muhtaç edenlerin iddiasının ne kadar boş olduğunu anlamak için sadece Çin'deki parasal oranların ülkemizden 10 kattan daha fazla olduğuna, buna rağmen enflasyon oranlarının bizden daha düşük olduğuna bakmak yeterlidir.
Devletin senyoraj ile para arzını arttırmasının enflasyona yol açtığı iddiasıyla emisyon hacminin genişletilmesine karşı çıkanlar, yabancı paraların ülkemizde dolaşmasına ses çıkarmamaktadırlar.
Kaldı ki, bu yabancı para, piyasada kendi insanımızın emeğinin karşılığı olarak bulunmaktadır.
Devletlerin piyasadaki para ihtiyacını kendi parasıyla karşılaması Milli Ekonomi Modeli'mizin para arzı ayağını oluşturmaktadır.
Bunun hangi oranlarda olması gerektiğini ise para bahsinde formülize etmekteyiz. Kapitalist anlayış, henüz böyle bir bilgiye sahip olmamakla birlikte; yaptıkları ampirik çalışmalar, her yıl büyüme oranlarına yakın ama az olmamak üzere onları para basmaya götürmüştür.
Nitekim M. Friedman bu tıkanıklığa dikkat çekmektedir: 'Benim şu anki tercihim, parasal otoritenin para stokunu belirlenen bir oranda artırmasına izin veren bir yasal düzenlemenin yapılmasından yanadır.
Para stokunun yıllık artış oranı % 3 ile % 5 arasında bir oran olabilir. önemle belirtmeliyim ki bu önerim paranın yönetiminde her zaman ve sonsuza dek geçerli olacak bir kural olarak görülmemelidir. Bizim şu an para konusundaki bilgilerimize göre en uygun olan kuralın bu olduğunu düşünüyorum. Para konusunda daha fazla bilgi sahibi olduğumuzda daha iyi kuralları bulmamız mümkün olacaktır.'(14).
Gerçekten de ABD uzun zamandan beri bunu uygulamaktadır. 1950, 1971 reel GSMH artışı %3.84, M1 artışı %3.94,1994,2002 reel GSMH artışı %3.19, M1 artışı %3.80'dir(15).
Japonya örneğine geri dönersek; Japonya, 1950-1971 yılları arasında iyi bir büyüme trendine sahip olduğu dönemlerde reel GSMH artışı %9.45 iken, M1 artışını ortalama %16.1 de tutmakta idi(16).
Ancak deflasyona girdiği 90'lı yılların ortalarında 1995 yılında M1/GSMH oranı 44.7 trilyon yen / 484.3 trilyon yen= %9.2 olarak düşük olduğunu görüyoruz.
Japonya'nın son dönemde bunu arttırmaya çalıştığı gözlemlenmektedir. 2004 yılında M1/GSMH, yani 108.3 trilyon yen / 534 trilyon yen= %20.2. olmuştur(17).
Ancak tek başına piyasadaki para miktarını arttırmak elbette gerekli tüketimin oluşması için yeterli değildir. Çünkü gelir dağılımında denge sağlanmadan ve piyasaya arz edilen paranın dar gelirli kesiminin gelirini arttırıcı yönde piyasada bulunmasına imkan tanımadan, sadece parayı arttırmak tek başına çözüm değildir. Bu yüzden Japonya, dolanımdaki parayı arttırarak az bir miktar rahatlama yakalamasına rağmen, halen daha ekonomisini toparlayabilmiş değildir.
Kapitalist anlayışların tamamı modellerinin merkezine faizi oturtmuşlardır. Ve piyasaların ihtiyaç duyduğu paranın maliyetli kanallardan karşılanmasını tez olarak ortaya koymaktadırlar(18).
Bankacılık sistemi mevduatlar sayesinde, topladığından çok daha fazla parayı piyasalara satmaktadır. Buna, yani bankacılık sisteminin ürettiği paraya kaydi para denmektedir. Bankacılık sistemi piyasanın ihtiyaç duyduğu parayı kaydi para ile karşılamaktadır. Bu uygulama mantık olarak merkez bankalarının para basmasından farklı değildir. Her ikisi de emisyon hacmini arttırmaktadır. Bankacılık sistemi bunu faiz karşılığı yaparak kâr elde etmektedir. Ancak Merkez Bankası üzerinden piyasaya para arz edildiğinde bankacılık sektörü faiz geliri elde edememektedir.
Merkez bankalarının emisyon hacmini arttırması yerine, bankaların kaydi para üretmesi veya kredi kartı dağıtması, piyasalardaki her türlü faaliyetten bankaların faiz geliri elde etmesini sağlamaktadır. Böylece piyasalarda elde edilen her türlü gelirin belli bir miktarı buralara aktarılmaktadır. Diğer yandan kaydi para üretimi, emisyon hacmini de kısıtlamaktadır.
Çünkü piyasada olması gereken belli bir parasal hacim vardır. Bunun büyük kısmı kaydi para ile karşılanınca, Merkez Bankası emisyon hacmini kısmak zorunda kalacaktır. Böylece devletin elde edeceği senyoraj gelirini, faiz yoluyla bankacılık sistemi elde etmektedir.
Piyasanın ihtiyaç duyduğu paranın karşılanmasında kapitalist modellerin tavsiye ettiği ikinci anlayış ise yine faizle yabancı para almaktır. Bu ise yabancıların o devletten hem faiz, hem de sen-yoraj geliri elde etmesine sebep olur. Her iki anlayış da ekonomilerin gelişmesine değil, faizle para satan belli azınlık grupların çıkarlarına hizmet etmektedir.
Bu konuda T.C. Merkez Bankası eski Başkanı Y. Törüner Milliyet gazetesinde yer alan makalesinde şunları söylüyor:
"Dünyada hâkim düzen kapitalist sistemdir. SSCB'nin yıkılmasından sonra, yeni bir düzen yerleştirme olasılığı da kalmamıştır. Kapitalizmi, sadece ekonomik düzen olarak algılamak yeterli değildir. Kapitalizm bir dünya görüşüdür.
Bu açıdan bakıldığında, kapitalizmin siyasi boyutu demokrasi, ekonomik boyutu piyasa ekonomisi ve sosyal boyutu da insan hakları olarak ifade edilir.
Kapitalist sistem ve onun prensipleri, bu sistemden en çok yararlanan ülke ve gruplar tarafından hararetle savunulur ve savunulmak durumundadır. Kapitalist sistemden en büyük faydayı, gelişmiş ülkeler, çokuluslu şirketler ve AB gibi geniş ölçülü işbirliği anlaşmaları sağlarlar.
Kapitalist sistem içinde bu güçlerin her istediklerini yapabilmeleri, her devletin oyunun kurallarına sıkı sıkıya uymaları sayesinde gerçekleşebilir.
Oyunun kuralları arasında, demokratik rejimleri en geniş ölçüde yerleştirmek, insan haklarını yaygın biçimde uygulanır hale getirmek, piyasa ekonomisi uygulamalarını mümkün olduğu kadar yaygınlaştırmak, sermaye hareketlerinin ve para transferlerinin önündeki engelleri kaldırmak, kara parayla mücadele etmek, vergi ve diğer ekonomik sistemler arasında bir örneklik sağlamak vardır.
IMF, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler, GATT gibi kuruluşlar da aslında oyunun kurallarını istenilen normlarda yerleştirmek amacıyla kurulmuşlardır."
Milli Ekonomi Modeli'nde para sadece Merkez bankaları üzerinden maliyetsiz olarak piyasalara arz edilecektir. Böylece hem üretimin, hem tüketimin önü açılırken piyasaların kontrolü devletlerin kendi elinde olacaktır.
6-Ministery of Finance of Japan, (06.09.005).
7-State Administration on Foregien Exchange,People's Republic of China.
8- Hürriyet Gazetesi, 17.01.2005
9- T.C. Merkez Bankası verileri
10- Prof. Dr. Nuri Uman, Başka Ülkelerin Bilançoları ile T.C. Merkez Bankası Bilançolarının Karşılaştırılması, 1991
11- T.C. Merkez Bankası verileri
12- European Central Bank; OECD; Eurostat 2005
13- China Statistical Yearbook, Bank of China
14- M. Friedman, Kapitalizm ve Özgürlük, s. 54, ç. D. Erberk ve N. Himmetoğlu; Prof. Dr. C. Can Aktan, Monetarizm ve Rasyonel Beklentiler Teorisi, Politik iktisat, izmir 2000
15- IMF International Financial Statistics, October 2003
16- Ekonomic Survey of Japan 54-59; Japan Ekonomic Yearbook 60-71; IMF International Financial Statisticis, October 2003.
17- Bank of Japan
18- Prof. Dr. M. Merih Paya, Para Teorisi ve Para Politikası, s. 123, 2.b. istanbul, Filiz Kitapevi,1999.