Verimlilik, genel hatlarıyla üretimin kullanılan girdi miktarına
oranıdır. Verimliliğin en yaygın kullanılan ölçüsü, emek saati başına
üretim miktarıdır. Buna göre tek bir kaynağın verimliliği ölçülebildiği
gibi tüm kaynakların da verimliliği aynı anda ölçülebilir.
Verimlilik artışının temelinde; yetişmiş insan gücü, teknolojinin
gelişmesi, yeni üretim tekniklerinin bulunması ve üretim faktörlerinin
niteliklerinin geliştirilmesi vardır. Teknolojideki gelişmeler üretimin
daha verimli olmasını sağlar. Ancak bu özelliklerin içinde en önemli
faktör yetişmiş insan gücüdür. Çünkü üretim ve verimlilik insan
kabiliyeti ve çalışmasıyla mümkündür.
O halde yapılması gereken, insanı en mükemmel bilgilerle donatmak
suretiyle düşünce ve emeğinden azami derecede istifade ederek
verimliliği en üst noktaya çıkarmak olduğu gibi, bütün insanlara
kabiliyetlerini ortaya koyacak sermaye desteğinin verilmesidir.
Kabiliyetlerini ifade etme imkanı bulacak insan, mevcut kaynakları en
iyi şekilde değerlendirmekle kalmayacak, aynı zamanda yeni kaynakları
da devreye koyarak verimliliğin artmasını sağlayacaktır.
Üretim yapmak için kullanılan makineleri ve cihazları icat ederek
verimlilik artışını sağlayan insanlara imkanlar verilmeseydi bugünkü
üretim seviyesinden bahsetmek mümkün olmayacaktı.
Klasik iktisatçılar, uzun dönemde nüfusun artmaya devam edeceğini ve
dünyadaki kıt kaynaklar yüzünden kişi başı üretimde yani verimlilikte
azalma olacağını iddia eden, azalan verimler teorisini
geliştirmişlerdir(1).
Hatta bu iddialarında daha da ileri giderek nüfus artışı karşısında
insanların hayat standardının düşeceğini, ortaya çıkacak açlık ve
hastalıkların insan ölümlerine sebep olacağını savunmuşlardır.
Oysa gelişen teknoloji sayesinde üretim miktarı ve çeşitliliği, tüketim
miktarından kat be kat fazla oldu. Dünya nüfusu her geçen gün artmasına
rağmen, üretim artışı o denli hızlı bir artış gösterdi ki, firmaların
ve ulusların bir numaralı sorunu, ürettikleri mallarını tüketecek
bireyler bulmak oldu. Uygulanan yanlış politikalar tüketimi daha da
daralttığı için 21. asır üretim probleminin değil tüketim probleminin
yaşandığı bir asır olmuştur. Tüketimde yaşanan bu daralma rekabet
kavramını beraberinde getirerek sadece firma ölçeğinde değil, devletler
arasında bile kıyasıya ticaret ve pazar savaşlarını gündeme
getirmiştir. ABD ve AB ülkeleri ürettikleri tarım ve sanayi ürünlerini
satabilmek için IMF'yi kullanarak azgelişmiş ülkelerin üretimlerine
tahditler koymaktan çekinmedirler.
Son yıllarda firmaların üretimden ziyade pazarlama ve reklama yatırım
yapmaya başlaması bu yüzdendir. Artık pazarlama çağın mesleğidir Eğer
kapitalistlerin iddia ettiği gibi her arz kendi talebini yaratsaydı bu
mesleklere gerek kalmazdı.
Verimlilik artışının en önemli unsuru buluşlar ve AR-GE çalışmalarıdır.
Buluşlar ve teknolojideki gelişmeler üretim artışlarını yüzlerce kat
artırma imkanı sağlayarak verimliliği yukarıya doğru çekmiştir. Bu
nedenle üretim yapmak isteyen, proje sahibi olan veya yeni üretim
teknikleri geliştirebi-len herkese devlet tarafından faizsiz kredi
verilmelidir. Bu desteklerle beraber AR-GE harcamalarının en üst
düzeyde olması sağlanmalıdır. Ayrıca teknolojiyi geliştirecek bilimsel
çalışmalar çoğu kez yüksek maliyetler gerektirdiği için, bizatihi bu
türlü bilimsel çalışmalar devlet tarafından yapılmalı, geliştirilen
yeni teknolojiler özel sektörün hizmetine sunulmalıdır.
Halbuki günümüz iktisat modellerinde para ve kaynaklarla beraber bilgi
de tekelleşip tabana ya-yılmadığı için, bireyler çok kabiliyetli de olsa
işçi veya memur olmaktan öteye geçemezler. Kapitalist anlayışlar insan
emeğini, düşüncesini, teşebbüs gücünü israf etmekte ve de
kabiliyetlerini yok etmektedir. Buna bir nevi kast sistemi de
diyebiliriz.
Milli Ekonomi Modeli, kabiliyetli olan her bireyin önünü para ve bilgi
desteği vererek açarken, kapitalist anlayışlarda ancak az bir zümre
paraya maliyetini ödeyerek sahip olabilmektedir.
Milli Ekonomi Modeli herkese hak tanıyarak demokratik bir sistemi temsil
ederken; kapitalist anlayışlar, ekonomilerde krallık modelini ortaya
koymaktadır. Çünkü üretimi ancak paraya sahip olabilen az bir zümre
yapmaktadır. Bugün bankalardan faizli krediyi ipotek verebilecek
sermaye birikimine sahip olanlar alabilmektedir. Bu sebeple verimlilik
artışının önündeki en büyük engel paranın stoklanarak maliyetli hale
getirilmesi ve piyasalardan çekilmesidir, diyebiliriz.
Verimliliğin emek saati başına üretim miktarı olduğunu söylemiştik.
Ancak bir başka açıdan bakıldığında verimliliği, elde edilen toplam
üretimin toplam işgücüne oranı olarak da görebiliriz. İşsizliğin
olduğu âtıl emeğin bulunduğu ekonomilerde verimlilikten bahsetmek
mümkün değildir. Başka bir ifade ile bir toplumda 10 kişiden 5 kişi
çalışıyor diğer 5 kişi çalışacak bir ortam bulamıyorsa ciddi bir emek
israfı vardır. İnsanların çalışamadıkları toplumlarda verimliliğin
artması mümkün değildir
Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde IMF ve Dünya Bankası gibi
uluslararası kuruluşların dayattığı ekonomi politikaları, talebi kısma
amacı taşıdığından, yatırımları engelleyerek insanların üretme
isteklerini kırmaktan başka bir sonuç doğurmamıştır. Bu politikaları
uygulayan ülkelerdeki firmalar, üretim miktarlarını hızla düşürerek
verimliliğin azalmasına sebep olmuşlardır.
Aynı şekilde istihdam ve üretim üzerinden alınan yüksek vergilerle
tüketim üzerinden alınan dolaylı vergilerin aşırı boyutlara ulaşması ve
işletmeler için ciddi bir maliyet unsuru olan faiz, üretimin önünü
kestiği için verimliliğin oluşmasına imkan vermez. Bu durumda
yatırımcılar, vergi oranlarının düşük olduğu ve finansman ihtiyaçlarını
daha rahat karşılayabilecekleri ülkelere giderler.
Tam istihdam düzeyinin bugünkü ekonomi politikaları ile yakalanması
mümkün olmadığı için âtıl emeğin olduğu ekonomilerin de istenilen
düzeylerde verimli olmasını bekleyemeyiz. Oysa üretim ile tüketim
arasında dengenin sağlanması ile Milli Ekonomi Modeli'nde tam istihdam
düzeyi yakalanmaktadır
Paranın tekelleşmesi, kabiliyetli insanların değil de sadece parayı
elinde bulunduranların üretim yapmasına yol açtığı için verimliliğin
önündeki en büyük engel olduğunu söylemiştik. Yine paranın belli
ellerde tekelleşmesinin önlenmesiyle kaynakların adil bir şekilde
dağılımı da sağlanacaktır. Günümüzde kullanılan birçok element ve
enerji kaynakları 100-150 yıl önce bilinmezken bugün sanayinin temel
kaynakları haline gelmiştir. Şu anda değeri bilinemeyen birçok kaynak
keşfedilip açığa çıkarılarak verimlilik artışına katkı sağlanabilir.
Ekonomide fırsat eşitliğinin sağlanması, bireylerin kabiliyetlerinin
açığa çıkarılması ve buna bağlı olarak paranın tabana yayılması Milli
Ekonomi Modeli ile sağlanmaktadır.
Devlet, proje mukabili faizsiz kredi verdiğinde üretimle ilgili projesi
olan herkes bu imkanlardan istifade ederek düşüncelerini kolaylıkla
hayata geçirebilecektir. Böylece tam bir fırsat eşitliği sağlanacaktır.
Kendine güvenen, bilgili, zeki ve üstün vasıflara sahip müteşebbisler
ortaya çıkacaktır. İnsanlar, üretim yapamamanın sıkıntısını yaşamayacak,
kendilerinde mevcut olan özelliklerini alabildiğine kullanma
hürriyetine kavuşarak hem kendilerine, hem de topluma faydalı hale
geleceklerdir. Alan el değil, hep veren el olacaklardır.
Kabiliyetli insanlar çeşitli buluşlar yapacak ve tabiatta bulunan
sınırsız kaynaklar açığa çıkarılarak tam kapasite kullanımı
sağlanacaktır. Asıl verimlilik budur. Hedef, toplumdaki insanların
özelliklerine göre herkese fırsat eşitliği sağlayan bir üretim
seferberliğine geçerek verimliliği doruk noktaya çıkarmaktır.
1- Prof. Dr. Erdoğan Alkin, iktisat, s. 10