Milli Ekonomi Modeli
Prof. Dr. Haydar Baş

TALEP

Ekonominin iki temel ayağı vardır:

Biri tüketim di­ğeri de üretimdir. Bu makro kavramlar da arz ve talep üzerine oturur.
 
Esasında tüketimin olmadığı yerde üretimden bah­setmek mümkün değildir. Hiçbir şeyin bir sebep yok­ken yapılmış olması mümkün değildir. Her şeyin bir sebebi vardır. Ekonomilerde üretilen değerlerin sebebi ise onun talep edilmesidir. Talebin olmadığı yerde ü­retimin olmasını beklemek mantıklı değildir.
 
Mesela pazara gittiğimiz zaman uzayda gezerken giymek için bir kıyafetin satıldığını göremeyiz. Zira böyle bir talebin olmadığı ortadadır. Veyahut çölde ü­retim sıfırdır. Çünkü tüketim yoktur. Bu yönüyle talep ekonomilerde olan her türlü faaliyetin kaynağıdır.
 
Bir başka açıdan meseleye yaklaştığımızda; bir re­aksiyonun hızını onun en yavaş basamağı belirler ve­yahut beraber yürüyüş yapan bir grubun hızını içlerin­deki en yavaş birey belirler.
Büyüyen ekonomilerde ise üretim faktörlerine ya­pılan harcamalardan elde edilen gelir, üretim­i karşıyacak yeterli tüketimi oluşturamayacağı için normal şartlarda talep arzdan eksik kalacaktır.
 
Dolayısı ile talep ekonomilerin seyrini belirle­yen ana unsurdur.
 
Piyasalardaki talebe bakarak o ekonominin gi­dişatı hakkında bilgi sahibi olmak mümkün olabi­leceği gibi, talebi kontrol ederek ekonominin ge­nel seyrine yön vermek de mümkündür.
 
Tabii ki yeterli düzeyde üretim için gerekli o­lan kaynakları da sağlayarak. Ancak dikkat edilir­se adeta talep büyüme için olmazsa olmaz şart i­ken arz gerek-şart konumundadır.
 
Peki, öyleyse talebi belirleyen unsurlar neler­dir?
 
Talebi belirleyen üç temel unsur vardır:
 
Bireyin o mamule veya hizmete duyduğu ihti­yaç, bireyin gelir düzeyi ve ürünün fiyatıdır.
 
Bu üç unsurun çeşitli koşullarda talep üzerin­deki etkisi değişmektedir. Bazen gelir baskın un­sur iken, bazen ihtiyaç öne çıkmakta, bazen ise fi­yatlar genel düzeyi etkili olmaktadır.
 
Dolayısı ile denge analizini sadece bu unsurlar­dan birinin mesela fiyatların değiştiğinden yola çıkarak yapmak mümkün değildir. Talep fonksi­yonu aşağıdaki gibidir

Talep Fonksiyonu

 
α1 : Gelir değişkeni
α2 : Fiyat değişkeni
α3 : İhtiyaç değişkeni
 
Kısaca bu üç unsuru ele alırsak:
 
Bunlardan birincisi, ihtiyaçtır. Bireylerin bir şeyi talep etmesi için talep ettiği şeyden bir fayda elde etmesi, ona ihtiyaç duyması gerekir.
 
İkincisi, talep ettiği şeyin fiyatı. Elbette fiyatta meydana gelen değişiklikler bireyin o mamule o­lan talebinin miktarını değiştirecektir.
 
Üçüncüsü ise, bireyin sahip olduğu gelirdir. Hem talepte, hem de talep miktarında değişiklik yapacağı gibi gelirdeki değişiklik talep eğrisinin eğimini de değiştirir.
 
Elbette talep dediğimiz zaman bireyin o anda talep edileni satın alacak güce malik olmasını kastediyoruz. Aksi takdirde maddi imkanı olma­dığı halde bireyin bir şey istemesi, sadece temen­niden ibaret olacaktır.
 
Tek tek bu unsurların talebi nasıl etkilediğini inceleyelim.
 
İhtiyaç talebin olmazsa olmaz şartıdır. Yeter-şart değildir ama gerek-şarttır. Bireyin o mala veya hizmete duyduğu ihtiyaç elde ettiği maddi ve veya manevi fayda ile alakalıdır. İkame mal­lar bu faydayı azaltır. Mesela sadece kepek ek­mek bulunan bir yerde, buğday ekmeği sâtılmaya başlarsa elbette kepek ekmeğe duyulan ihti­yaç da azalacaktır. Ayrıca insanların içinde bu­lundukları çevre, sosyoekonomik şartlar, inanç­ları ve zamanla gelir düzeyinde meydana gelen değişiklikler de bireylerin ihtiyaçlarında deği­şiklikler meydana getirir.
 
İhtiyaç duyulan malları sınıflandırmak gere­kirse...

A sınıfında; olmazsa olmaz mallar ve hizmetler, B sınıfında; zorunlu veya temel ihti­yaçlar, C'de ise; normal mallar var diyebiliriz.
 
A sınıfında olan mallarda o malın veya hiz­metin talep edilen miktarını tamamı ile bireyin ona duyduğu ihtiyaç belirler. Fiyatı yükselse bi­le, bireyin gelir düzeyi onu elde etmeye müsait olmasa dahi borç para alınır ve talep edilen miktar elde edilir.
 
B'de ise ihtiyaç yine önemli unsurdur. Ve ge­lir düzeyi, fiyattan daha baskın unsurdur. Eğer bireyin geliri artıyorsa fiyat artmasına rağmen talep edilen miktar artabilir. Çünkü bu ürünler için elde edilen gelirin tamamı tasarruf edil­meksizin bu ürünlere aktarılır. Yani gelir arttık­ça bu ürünler için talep artacaktır. Fiyatın art­ması bu artışı yavaşlatabilir ama durdurmaz.
 
Tabii belli bir seviyeden sonra marjinal fayda azaldığı için talep edilen mal veya hiz­metin sınıfı değişebilir. Diyelim ki dört kişi­lik bir ailenin aylık zaruri et ihtiyacı 5 kilo­dur. Ailenin geliri arttıkça beş kiloya kadar bu ihtiyaç giderilir.
 
Daha fazla bir tüketim için ise gelir kadar fi­yat da etkilidir. Bu 5 kilodan sonraki tüketim i­çin artık et normal mal gibi değerlendirilir. An­cak bu 5 kilo sınırına kadar etkili olan ailenin gelir düzeyinde meydana gelen değişikliklerdir.
 
C' de ise fiyat ve gelir talep üzerinde etkin unsurdur. Bir gömleğin fiyatı arttıkça elbette ta­lep edilen miktar azalacaktır. Gelir seviyesinde meydana gelen düşüşte elbette talep edilen miktarı azaltır.
 
Diyelim ki fiyatlar genel düzeyinde maliyetler­den kaynaklanan bir artış yaşanıyor. Ama toplumun da gelirinde bir düşüş var. Bu durumda A grubu mallarda fiyat artışları ürünlere yansırken C grubu mallarda gelir daralmasından dolayı deflasyon yaşa­nabilir.

Bunun manası o ekonomide hem maliyet enflasyonu, hem de deflasyon sürecinin aynı anda yaşandığıdır.
 
Ama maalesef bugünkü enflasyon hesaplama teknikleri bu iki hastalığı birbirine ekleyerek çok ra­hatlıkla enflasyon düşüşü olarak bunu ifade etmek­tedir.

Dolayısı ile mallar sınıflandırılmadan ve gelirin taleb üzerindeki etkisi dikkate alınmadan bütün malları kapsayan bir enflasyon hesaplaması genel­likle ekonomi hakkında çok yanlış tahlillere bizi gö­türebilir.



Gelelim fiyatın talep edilen miktar üzerindeki etki­sine... Bu bilinen bir olaydır. Eğer fiyat artarsa talep e­dilen miktar düşer. Bunun aksi olan mallar da olabilir ama onlar genellemeyi bozmazlar. Fiyatın miktar üze­rindeki etkisi gelir düzeyinden ve malın cinsinden ba­ğımsız değildir.

Eğer gelir düzeyi çok düşük ise, fiyatlarda meydana gelen düşüş, talepte hiçbir değişiklik yapmaz; eğer gelir düzeyi kısmen belli bir seviyede ise o zaman da fiyatlardaki düşüş kıs­men talep miktarında artış sağlar. Yani gelir düze­yinde düşüş belli seviyenin altına inerse fiyatlar genel seviyesi ne kadar düşerse düşsün talep edi­len mal miktarı eski seviyesini yakalayamaz.
 
Bu sebeple klasik anlayışın ifade ettiği gibi fiyatla­rın elastik olmasından dolayı piyasa dengesinin kuru­labileceği iddiası doğru değildir. Gelir düzeyi ve fi­yatların talep üzerindeki etkisi aynı anda ele alındığın­da ve gelir ile fiyatları belirleyen değişkenlerin farklı farklı olduğu dikkate alındığında; piyasaların kendi kendine dengeye geleceğini iddia etmek hayaldir. Ta­lep üzerindeki bu çift yönlü baskı -değer konusunda değineceğiz- fiyatların esnekliğini engellemektedir.
 
Üçüncü konu ise gelir düzeyidir. Bir yönüyle hane halklarının eline geçen para da diyebiliriz. Bu konu belki de ekonomistler tarafından ve politika uygulayı­cıları tarafından en fazla görmezlikten gelinen unsur olmuştur. Eğer bireylerin yeterince satın alma gücü yoksa piyasada olup bitenler onları çok da fazla ilgi­lendirmeyecektir.
 
Gelir düzeyine göre bireyler piyasadaki geliş­melere değişik tepkiler verirler.
 
Gelir düzeyine göre bireyleri sınıflandırırsak, aç­lık seviyesine kadar olan seviyede bireyler piyasaya karşı adeta ölü konumundadır. Burada olmazsa ol­maz ihtiyaçlar dışında piyasa onları ilgilendirmez.
 
İkinci seviye geçim düzeyidir. Bu düzeyin bitişi bi­reylerin tasarrufa başladıkları düzeydir. Gelir tüketim eşitliğinin korunduğu sınıra kadar devam eden sınıftır. Bireylerin bu seviyeye kadar piyasaya olan tepkileri i­se hasta adam gibidir. Bu bölgede talebin gelir esnekli­ği birdir. Bu seviyeye kadar gelirdeki artış ne olursa aynı miktarda tüketime aktarılır. Ama fiyat esnekliği i­çin aynı şeyi söyleyemeyiz eğer fiyat düşüyorsa talep esnekliği birden küçüktür, çünkü fiyatlar düşmesine rağmen gelir yeterli olmadığı için aynı oranda talep ar­tışı olmayacaktır. Adeta fiyatlar düşmesine rağmen ta­lep bulunduğu yere yapışmış gibi az oranda artacaktır.
 
Üçüncü seviyeye kadar gelir düzeyinde meydana gelecek pozitif ilerlemeler piyasada bulunması gere­ken eksik talebi hemen devreye koyar. Tersi de elbette doğrudur, bu düzeylerde meydana gelecek daralmala­rın piyasaya etkisi çok daha keskin olacaktır.

Gelir düşmeye başladıkça fiyat talep eğrisinin eksen üzerinde sadece sola kaydığını söylemek yeterli değildir, aynı zamanda bu eğrinin eğimi de değişecektir. Eğimi daha da artacaktır. Bunun ter­si de doğrudur, gelir yüksek oranlarda arttıkça bu sefer eğim daha azalacaktır. Bunu şu grafik ile göstermek mümkündür...

Esasında geli­rin düşmesi ta­lep eğrisini ko­ordinat ekseni­nin sol tarafına yani miktarın eksi olduğu ta­rafa da taşır. Talep eğrisinin y eksenini kes­tiği noktaya bitme noktası diyebiliriz. Başka bir ifade ile bu nokta­dan sonra den­ge mekaniz­masının çalışması mümkün değildir. Burası kı­rılma noktasıdır.

Fiyatlar düşmesine rağmen miktarda bir artış yoktur. Yani fiyatlar düşmesine rağmen talep sıfır olacaktır. Bir talep eğrisinin eğimi bize ekonomi­deki problemin boyutları hakkında bilgi verir. E­ğim ne kadar yüksek ise problem o kadar büyük demektir. Zira bu durum ortalama gelir seviye­sinin ne kadar düşük olduğunu göstermektedir.

Üçüncü seviye ise bireylerin gelir düzeylerinin onlara rahat bir hayat yaşattığı seviyedir. Bu sevi­yede, genelde herkesin bildiği analizi yapmak doğru olacaktır. Fiyat arttıkça talep edilen miktar azalır. Fiyat düştükçe talep edilen miktar artar.

Gelir ve talep grafiğini incelediğimizde talep eğrisinin ilerledikçe eğiminin azaldığını görece­ğiz. Dolayısıyla özellikle talep eksikliğinin bir so­nucu olarak ortaya çıkan deflasyon sürecini önle­mek için gelir dağılımını adil bir düzeye ve buna bağlı olarak bireylerin en azından gelirlerini ge­çim sınırına taşıma zorunluluğu vardır.

Yıllar önce de ifade etmiştik. Ekonomideki en büyük problemlerin başında deflasyon süreci gelir. Şu ana kadar bilinen hiçbir ekonomi politikasının bunu çözmesi de mümkün değildir. Deflasyon sü­recinde fiyatların düşmesi ile enflasyon sürecinde fiyatların artış hızının düşmesi veya çıkması birbi­rinden tamamı ile farklı sonuçlar doğurur.

Özellikle gelir dağılımındaki dengesizlik sonu­cu toplumun belli bir kısmı geçim sınırının altın­da bulunuyorsa bu koşullarda ekonominin sağlıklı olması mümkün değildir.

Talebi belirleyen bu üç unsuru özellikle gelir seviyesini dikkate almadan denge analizi yapmak mümkün değildir.
 
Gelir dağılımının bozuk olduğu toplumlarda ö­zellikle ülkemizde olduğu gibi, fiyatlar üzerinde meydana gelecek değişiklikler farklı gelir grupları üzerinde farklı etkiler yapacağı için ekonominin bü­tünü için tek bir analiz yapmak pek kolay değildir.