Globalleşme, her ne kadar ekonomik kaygılara dayansa da, aynı zamanda ideolojik ve politik temelleri de olan bir projedir. Soğuk savaşın bitmesinden sonra yeryüzünde “tek kutuplu bir dünya”ya gidişin yol haritası olarak karşımızda durmaktadır. Batı kültürü, dünyanın sonuna doğru dünyada “tek dünya devleti”nin olacağına, bunun da kendi inançlarına göre “dünya krallığına karşılık gelen devlet” olduğuna inanmaktadır.
’Bugün dünyadaki Evangelist–Methodist kiliseleri, özellikle de Bush döneminde tek hedefe kitlenmişlerdir. Bu hedef, Nabukednazar’ın rüyasında ortaya çıkan “5. İmparatorluk”tur. 5.imparatorluk, 1000 yıl sürecek olan tek dünya devletini ve Methodik–Evanjelik Hıristiyanlığı yeryüzünde tek egemen kültür ve tek din haline getirmeyi ifade eden bir dönemdir. (15).
Bu sömürgeci–sapkın anlayışa göre; İsrail, dünya krallığını kuracak olan Mesih’in dünyaya geliş yeri olacak ve onun kuracağı tek dünya devletinin işaretlerindendir.
Bu anlayışın sahipleri, “1947’de İsrail’in kurulmasını, İncil kehanetinin gerçekleşmesi ve bütün insanların ideal bir toplum olarak yaşama zevkine varacakları Mesihçi devrin gelişinin işareti olarak görüyorlar. ABD’ye görev yüklüyorlar; çünkü bunlara göre şu anda ABD, dünyanın en güçlü ülkesidir ve Hıristiyanlığı temsil etmektedir. Kaldı ki teolojik açıdan her Hıristiyan, İsrail’i desteklemelidir. Eğer Hıristiyanlığı temsil eden bu güç, İsrail’i koruyamazsa Tanrı nezdinde itibarını kaybeder” (16).
“Tarihin sonu” tezinin sahibi Fukuyama, insanlık evriminin son noktasının “liberal demokrasi” olduğunu ve dünyadaki diğer toplumların başka bir ideolojik arayış içinde bulunmalarına artık gerek kalmadığını söylerken; kastettiği de, dünyada artık tek kültür ve tek devletin varlığının insanlığın geleceği
“son nokta” olduğudur.
Fukuyama, kendince, artık fikri planda herhangi bir gelişi min bu vakitten sonra olamayacağını söylemektedir; ona göre, insanlık, geleceği son noktaya gelmiştir, dünya krallığı da bunun adıdır.
Tek egemen devlet, tek kültür ve tek inanç anlayışına giden bu sömürgeci teo–politik yaklaşım, kendi dışında olanları
iki sınıfa ayırmaktadır; ya kendisine bağımlı olunacak, ya da düşman ilan edilip parçalanacaktır.
ABD Başkanı W. Bush, 11 Eylül saldırılarının hemen sonrasında, 20 Eylül’de “Bizden değilseniz, bize karşısınız” derken; bu teo–politik inancı hatırlatarak, kutsal savaşı başlattığını ilan etmiştir. Bu projenin politik ve stratejik bir diğer adı BOP’tur.
Tek egemen kültür ve tek devlete doğru giden bu yolda, bu sömürgeci anlayışa karşı duranlarla bir mücadelenin olması kaçınılmazdır. Nitekim medeniyetler çatışmasının mimarı Huntington, birçok makalesinde buna değinmiştir:
“Soğuk savaş dönemindeki blokların yerini, kültür toplulukları almakta ve medeniyetler arasındaki fay hatları, küresel siyasetteki başlıca çatışma hatları haline gelmektedir” (17).
Hungtington’a göre; “Medeniyetlerden birini diğerinden ayıran kültürel fay kırıkları, mücadeleyi belirleyen ana çizgilerdir. Dolayısı ile farklı kültürler arasında ki çatışma, dünyada anlaşmazlıkların gelişimindeki son aşamayı tanımlar (18).
Kurulacak olan “egemen dünya devleti”ne giden yolun, gerek politik gerekse ekonomik yapı taşlarını ören globalleşme sürecinin önündeki en önemli engel, bağımsız ulus devletlerdir. Özelde ise hedef Türkiye’dir. Çünkü egemen kültürün, kendisine “deccal” adını vererek hedef olarak belirlediği, yer altı ve yerüstü kaynakları ile ismi altın ülkeye çıkan devlet Türkiye’dir.
Amerika’da yayınlanan New Perspectives Quartely (NPQ) Dergisi, “Bundan sonraki dünya düzeninin en önemli yapı taşları, silahlı uluslar yerine, global ölçekli şirketlere ev sahipliği yapan, teknolojik olarak gelişmiş şehir devletleri olacaktır” tespitinde bulunmaktadır (19).
Güçlü bir devlet yapılanmasının, devletlerarası ilişkilerde ki öneminden yola çıkarak Milli Devletin yok edilmesini amaçlayan Yeni Dünya düzeni, savaşla ele geçirilemeyen toprakları, globalizmin kuralları ile masa başında kazanmaktadır.
Bu bağlamda “dinlerarası diyalog” ile kimliğini ve değerlerini yitiren milletlerin, her türlü psikolojik etkiye ve işgale karşı “dirençsiz”leşmesi de etkilidir.
Proje, yukarıda ifade ettiğimiz felsefi ve ideolojik temellerle desteklenen globalizm ile, “hedef devletlerin sahip olduğu zenginliklerin ve gelirler”in, gelişmiş ülkelerde konumlanmış olan global sermaye sahipleri tarafından ele geçirilmesidir. Bu zenginlikleri yer altı zenginlikleri, enerji kaynakları, yer üstü kaynakları, vergi gelirleri ve halkın top yekun emeği olarak ifade edebiliriz. Bütün bunların ele geçirilmesinde global sermaye sahiplerinin karşısında duran tek engel, güçlü ve bağımsız devletlerdir. Bu nedenle, globalleşme ile birlikte “ortak değerler” adı altında bir sürü kural vekaideler, gelişmekte olan ülkelere “mutlak doğru”yumuşçasına dayatılmaktadır. Bütün bunların hayata geçirilmesi ile va
rılacak nokta, sahip olduğu bütün kaynakları ve gelirleri global tefecilere kaptırmış ve dilenci konumuna itilmiş, kendisine devlet bile denemeyecek güçsüz ve zayıf topluluklar olacaktır.
Devletleri esir ve dilenci konumuna getiren globalizmi daha iyi anlamak için, bu anlayışın üzerine oturduğu sömürgecilik temellerine de kısaca değinelim.
15– Aytunç Altındal, Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri, s. 136
16– Bkz. Grace Hallsell, Tanrıyı Kıyamete Zorlamak, s. 114
17– Samuel Hungtinton, Medeniyetler Çatışması ve Yeni Dünya Düzeni’nin Yeni
den Kurulması
18– S. Hungtinton, age.
19– Bkz. NPQ, cilt 2, sayı 5