İkinci önemli sürecin ise, GATT görüşmeleri olduğunu söyledik… Breton Woods’la birlikte başlayan bir diğer süreç ise IMF ve Dünya Bankası’nın kurulmasının yanında, GATT toplantılarının başlamasıdır. GATT anlaşması çerçevesinde bugüne kadar 9 ayrı ticaret raundu yapılmış, her raunt ta onlarca farklı anlaşma imzalanmıştır: Orijinal Görüşmeler (1947), Annecy Raundu (1949), Torquay Raundu (1951), Cenevre Raundu (1955–1956), Dillon Raundu (1960–1962), Kennedy Raundu (1964–1967), Tokyo Raundu (1973–1979), Uruguay Raundu (1986–1994) ve halen devam etmekte olan Millenium (Doha) Raundu (2001–…).
Bütün bu rauntlarda liberalleşme adı altında gelişmiş kabul edilen ülkeler ve global şirketler lehine dünyanın geri kalan ülkelerine bir çok siyasi ve iktisadi karar kabul ettirilmiştir.
Mesela 1979 yılında sonuçlanan Tokyo raundunda; kamunun ekonomik alandan çekilmesi, ithalatın önündeki engellerin kaldırılması ve tarıma verilen desteklerin azaltılması… vb kararlar alınmıştır. Ülkemizde 24 Ocak kararları olarak bilinen ve 1980 yılında uygulamaya konan “özelleştirme, ithalatın önünün açılması ve yabancı paraların içeride dolanımda olmasına imkan tanıyan uygulamalar, Maden Yasası’nın çıkarılarak yabancılara maden sahalarımızın satışının ilk temellerinin atılması, ilerleyen yıllarda DİBS çıkarılarak ülkemizin iç borç adı altında global sermaye sahiplerine yüksek faizle borçlanmasının sağlanması”… vs. karar ve uygulamalar, Tokyo raundunun neticesinde dünyada gelişmekte olan ülkelere kabul ettirilen ve “Reagan veya Theacher ekonomisi” olarak da bilinen anlayıştan başka bir şey değildir.
DİBS sayesinde iç borç yolu ile devletlere para satan global odaklar, hem içeride dış piyasalara oranla çok daha yüksek olan faiz oranından, hem de döviz kurundan kat be kat daha fazla para kazanmaya başladılar. Örneğin Amerikan sermayedarları, faizden kendi ülkelerinde 100 yılda kazanacakları geliri, ülkemizde bir yılda elde etmektedirler.
Ülkemize son bir kaç yıldan beri gelen sıcak para, sözkonu su “yüksek faiz geliri”nden dolayı gelmektedir. Elbette ki global odaklar, bu kadar kâr elde ederken; devletler de, bu borç ve faizlerini ödemek için Sosyal Güvenlikten ve yatırımlardan vazgeçerek, hatta daha fazla vergi toplamak için yeni vergiler çıkartarak vatandaşlarından elde ettikleri gelirleri bu lobilere aktarmaktadırlar. Çağdaş temellerini Milton Freadman’ın attığı devletin piyasalardan çekilmesini de tavsiye eden bu anlayış,
özellikle geri kalmış ve kalkınmakta olan ülkeleri, tamamen global şirketlerin talan alanı haline dönüştürmüştür.
1994 yılında 117 ülkenin katılımı ile gerçekleştirilen Uruguay raundu ise, 1986’da Uruguay’ın Paunta del Esta şehrinde Ticaret Bakanları Toplantısı ile başlayan ve yedi yıl süren müzakerelerin, 15 Nisan 1994’te Fas’ta imzalanması ile yürürlüğe girmiştir. Aynı rauntta WTO (Dünya Ticaret Örgütü) kuruldu. GATTS antlaşmaları yürürlüğe kondu; yani hizmet sektörü de GATTS anlaşmalarının çatısı altına alındı. Bu görüşmelerde, diğer görüşmelere ek olarak “tarım desteklerinin sıfıra yakın düzeye çekilmesi” karalaştırıldı. Patent ve telif hakları da yine GATT kapsamına alındı; bu sayede teknolojinin bilgisini ve gelişmelerini elinde tutan global şirketlere pazarda monopol olma imkanı tanındı.
DTÖ kurularak bünyesinde Tahkim Kurulu oluşturuldu, kurula ambargo yetkisi de verilerek ulus devletler üzerinde, özellikle gelişmekte veya az gelişmiş olan ülkeler üzerinde yaptırım gücü kazandırılmış oldu.
GATT anlaşmalarının takibi de DTÖ’nün bünyesine alındı. Her ne kadar 130’un üzerinde üyesi de olsa, karar alma mekanizması G–7’lerin elinde olan DTÖ, global sermaye sahiplerinin “ulus devletlerin gelir ve kaynaklarını sömürmek” için bir maşa vazifesi görmektedir.
Şu anda çıkmaza giren Millenyum raundunda ise hedef,
– Tarımda tam liberilizasyon,
– Kamu alımlarına global şirketlerin katılımındaki tüm engellerin kalkması,
– Gümrük tarifelerinin kaldırılması ya da sıfıra yaklaştırılması,
– Serbest ağaç kesimi,
– MAİ’nin devamı olan MFI yani yatırımların çok taraflı kurallara bağlanması, devletlerin global şirketlerin hukuksal alanda oyuncağı haline getirilmesi,
– Hizmette tam liberilizasyon… vb. kararların devletlere kabul ettirilmesidir.
Bu son rauntla ilgili olarak şunu da ifade etmek gerekir ki, Doha ve Cancun’da yapılan görüşmelerde ABD’nin dayatmalarına karşı Güney ülkelerin direnç koyması ile “son darbe” olacak olan millenyum raundun önü kesilmiş oldu.
GATT görüşmeleri ile ilgili söylenecek bir çok detay konu var. Ancak temel çerçeveyi çizdiğimizde görürüz ki; bu süreç neticesinde gelişmekte olan ve geri kalmış ülkeler, birkaç ülkenin pazarı haline getirilmiş, daha da çarpıcı olanı dünyanın tamamı birkaç global firmanın hem pazarı, hem de talan alanı haline getirilmiştir. Bulundukları ülkenin halklarına ait olması gereken madenler, bugün global firmaların zenginliklerinin kaynağı haline gelmiştir. En zengin madenlere sahip ülkeler, en fakir ülkeler olarak topraklarındaki bu zenginlikleri işleten global şirketlere “sadece bekçilik” yapmakta, onların işgücü ve güvenlik ihtiyacını karşılamaktadırlar.
Gelişmekte olan veya geri kalmış ülkeler, gümrük duvarlarını indirip korumacılıktan ve yerli üretimlerini desteklemekten vazgeçerken; gelişmiş ülkelerin de aynı uygulamaları yapacaklarına dair söz vermelerine rağmen, “tarife dışı engeller” sayesinde korumacılıklarını daha da arttırmışlardır. Gelişmiş ülkeler, gerek çevre ile ilgili getirilen standartlar, gerek ürün standartları, gerekse üretim standartları (ppm) adı altında, diğer ülkelerin ürünleri istedikleri şekilde ve miktarda engelle
mektedirler.
Globalleşme süreci, halkların elindeki zenginlikleri birkaç global sermaye sahibine aktarırken; önünde engel olarak ulus devletleri görmektedir.
Devletlere gerek sosyal, gerek iktisadî ve gerekse siyasal sahada dayatılan kararlar, ulus devletleri tasfiye sürecinin içerisine iterken; aynı zamanda bu odaklara bağımlı hale getirmektedir
Dayatılan bu kuralların belli başlılarını şöyle sıralayabiliriz