Her kültür ve her medeniyet, kendi değerlerinden yola çıkarak insana yorum getirirken; insana ait olan sosyal olaylarıda sahip olduğu bakış açısı ile değerlendirmiştir.
“Devlet”e getirilen tarif ve yorum ise, bir bütün olarak sosyal olaylara, ekonomiye, hukuka, idareye, siyasete, çevreye, topyekun insana ve onunla alakalı olan olgulara bakış açısını ortaya koymaktadır.
Bu bağlamda devletin piyasalarda ne kadar ve ne kimlikle yer alacağı, sosyal harcamalara bütçeden ne kadar fon ayıracağı, hangi oranlarda kimden vergi toplayacağı, vatandaşları ile arasındaki hukukun temellerinin ne olduğu ve hangi esaslara dayandıracağı, nasıl yönetileceği… vb. birçok sorunun cevabı, hep bir “bakış açısı”nı yansıtmaktadır.
21 asırda yaşıyoruz; ama yeryüzünde, eski asırlardan daha az kan akmıyor. 1.39 milyar insan, günlük 2 doların altında gelirle yaşamak zorundadır (1).
Gelecekte karınlarını doyurup doyuramayacakları konusu,bireylerin en büyük kaygısı haline gelmiştir. Yeryüzünün hiçbiryerinde gerçek manada can güvenliği kalmamış; hergün binlerce insan, ya savaş ve işgallerden ya da cinayetlerden ölmektedir.
İnsan hakları, özgürlük, demokrasi gibi “temel kavramlar”, belki de tarihin hiçbir döneminde bugünlerdeki kadar istismar edilmemişti… Demokrasi adı altında ülkeler işgal ediliyor, insan hakları adı altında devletler etnik parçalanmaya tabi tutuluyor.
Öte yandan toplumlarda sınıflar arasındaki çatışma, yüz yıllardan beri devam edeip gelmekte; işçi–işveren arasındaki mücadele, çözümsüzlük yumağı olarak insanlığın önünde durmaktadır.
“Ekosisteme zarar verme” ve “çevreyi tahrip etme” hususunda adeta insanoğlunun üstüne bir varlık yoktur.
“Güçlü olan”ların artık “her zaman haklı” addedildiğine, özellikle haksız olduklarında bile “sanki daha çok haklıymış” gibi kabul gördüklerine; Irak’ta, Filistin’de ve dünyanın birçok yöresinde hukukun hiçe sayıldığına hep beraber şahit oluyoruz.
“Sosyal Devlet / Milli Devlet” modeli, 21. yüzyılda şahit olduğumuz bütün bu olumsuzluklara rağmen insanlığa, içinde bulunduğu durumun “kaçınılmaz bir son olmadığı”nı; aksine bütün bu olumsuzluklara son vermenin yine insanlığın kendi elinde olduğunu göstermektedir
Milli Devlet tezi, devletlerin, her hangi bir dış güce veya dış ülkeye bağlı–bağımlı olmaksızın kendi ayakları üzerinde durabileceğini göstermektedir. Bu tez, kendi kendine yeten bir “kalkınma”yı ve “sürekli büyüme”yi hayata geçiren Milli Ekonomi Modeli ile devletlerin siyasi olarak bağımsız olabileceklerini herkese göstermektedir.
İnsana bakışı kökten değiştiren Milli Devlet tezi, her insanın doğuştan gelen hakları bulunduğunu, devletin gayesinin de bu hakları vatandaşlarına yaşatmak olduğunu ifade etmekte ve projelendirmektedir. “İnsan için devlet” kavramı, hem devletin sorumluluklarını hem de yetki sınırlarını belirlemektedir.
İnsanın doğuştan gelen haklarını sağlamakla mükellef olan Milli Devlet, bireylerin her türlü sosyal güvenliğinden sorumlu ol duğu gibi, onlara iş ve aş bulmakla da mükelleftir.Bireylerin haklarını onlara yaşatma vazifesini yerine getire mediği taktirde “devlete hukuki sorumluluk” yükleyen Milli Devlet anlayışı, var olan hukuk sistemlerindeki bakış açısını da temelden değiştirmektedir.
Ekonomide Milli Ekonomi Modeli’nin hayata geçirilmesi, sadece ekonomi sahasında değil; aynı zamanda insanların düşünce sisteminde büyük bir devrim yapmaktadır. Özgürlük kavramını bu çerçevede yeniden yorumlayan Milli Devlet tezi, bireylerin tercihlerinin önündeki engelleri kaldırmakta; örneğin, işçi ile işveren arasındaki çatışmaya son verirken, verilen faizsiz proje mukabili krediler ile işçi olmayı bir “tercih meselesi” haline getirmektedir. Yine örneğin, üniversiteye giriş sınavı (ÖYS) kaldırılarak, yüksek öğretim hakkı, bireylerin tercihlerine bırakılmaktadır.
Gerçek özgürlüğün bireylerin haklarının önündeki engelleri kaldırmakta olduğunu ortaya koyan Milli Devlet tezi, bu sayede sosyal adaletin de oluşmasını sağlamaktadır.
Milli Devlet anlayışında millet ile devlet “birbirinden ayrı” veya “birbiri ile çatışan” iki unsur değildir. Aksine millet devlet bera berliği, bütün sorunların çözümünde ve devletin bekasında temel kabul edilmektedir.
Asker–sivil çatışmasından değil, aksine asker ve sivilin uyumundan ve birlik ve beraberliğinden bahseden Milli Devlet yaklaşımı, ülkelerin bekası için gerek dış, gerekse iç politikaların üretilmesinde ortak hareket edilmesinin esas olduğunu belirtmektedir.
Bu bağlamda devlet politikaları, günlük politikaların üzerinde olmakla birlikte; devleti oluşturan bütün kurumların işbirliği ile asker–sivil birlikteliğinin oluşturduğu “sinerji” ile şekillenmelidir.
Böylece Milli Devlet, milletine ait bütün değerlerin yaşatılması için çalışırken; millet de, gerektiğinde böyle bir devletin yaşatıl ması için canını dahi vermeye hazır olmalıdır.
Bireylerin inançlarının güvencesi olan laiklik, hem din ve devlet işlerini birbirinden ayırmakta, hem de bireylerin inançlarının yaşatılmasını garanti altına almaktadır.
Cumhuriyetin kabulünün ilk döneminde Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, “saltanat”ın yerine yeni bir yönetim biçimi olan “Cumhuriyet”i getirirken; saltanatı “din” biçiminde algılayanlar, yeni yönetimi yani Cumhuriyet’i “saltanat karşıtı” algılamak yerine “din karşıtı” olarak algıladılar. Milli Devlet bu tarihi yanlış algılamayı düzeltmektedir. Saltanatın“din” olmadığını, dolayısıyla Cumhuriyet’in bir yönetim biçimi olduğunu ve “asla din karşıtı” olmadığını ortaya koymaktadır.
Devlet milleti için vardır. Din ise, bireylerin inancını göstermektedir. Toplumların “millet olma”larında ortak bir inanca ve ortak bir kültüre sahip olmaları son derece önemlidir. Bu yüz den Lozan görüşmelerinde Atatürk, “azınlık tarifi”ni, “Ancak gayri Müslimlerdir” esası üzerine oturtmuş; Cumhuriyet’in ilerleyen yıllarında gerçekleştirilen “Nüfus mübadelesi”nde, bu “ortak inanç olgusu”nu ölçü kabul etmiştir.
Milletlerin birlik ve beraberliğinde önemli roller üstlenen inancımızın, ülkemizde kavga unsuru haline getirilmesi; ne laiklik kavramından, ne de dinin özünden kaynaklanmaktadır.
Bu durum, ülkemiz üzerinde hesabı olanların, kimlik değiştirerek içimizde çıkardıkları fitneden başka bir şey değildir. Değerli dostum Atilla İlhan’ın dediği gibi, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk milletinin inancına son derece saygılı olduğu gibi, dindar kisvesi içerisinde bölücülük yapmak isteyen dış güçlerin misyonerlik faaliyetlerine karşı” çıkmıştır.
Milli Devlet anlayışı, işte bu “temel bakış açısı”na sahip olup; devletin bekasını, bireylerin doğuştan gelen haklarının yaşanmasında görmektedir.
Milli Devlet yapılanması, gerçek demokrasiyi temsil etmektedir. Bu sebeple “devletin bağımsızlığı”nı “olmazsa olmaz şart” kabul etmektedir. Milletin iradesinin idareye yansıması olan demokrasinin olabilmesi için, milletin iradesi dışında hiçbir gücün yasama, yürütme ve yargıya sahip ve yetkili olmaması gerekir.
Dolayısıyla uluslarüstü kuruluşların veya diğer ülkelerin, devletlerin yapılanmasına müdahil olmaları, içeride özerk kurumların varlığı ve sivil toplum örgütlerinin dış desteklerle yönlendirirlmeleri, çağımız demokrasilerinin önündeki en büyük engellerdir.
Dün krallık sistemi ile demokrasinin yeryüzünde yaşanması na imkan tanımayan düşünce sistemi, şimdi de dünya krallığı kurma adına devletlerin iç işlerine karışmakta; global firmalar, adeta “yeni krallar” olarak karşımıza çıkmaktadırlar.
Mutlu bir azınlığın çıkarları için değil, milletin bütün fertlerinin menfaatlerini ve haklarını korumak için hayata geçirilen Milli Devlet anlayışı, ekonomide Milli Ekonomi Modeli ile şu ana kadar hiçbir iktisadi anlayışın başaramadığı “sürekli büyüme, tam istihdam ve gelir dağılımında adalet”i sağlayarak fakirliği normal bir yaşam tarzı olmaktan çıkarıp tarihi bir olgu haline getirmektedir.
Mutlu bir azınlığın ihtiras ve hırslarına cevap vermek üzere değil, milletinin haklarına ve ihtiyaçlarına odaklanmış olan Milli Devlet, kapitalist anlayışlarda olduğu gibi başkalarının elindekileri sömürerek büyüyen değil, aksine vererek, hizmet ve ikram ederek büyüyen bir devlet anlayışını hayata geçirmektedir.
Uluslararası politikalarda barışın ve dostluğun tek anahtarı, devletlerin, kapitalist temeller üzerine oturan politikalarını ve yapılanmalarını terk ederek Milli Devlet kimliğini kazanmalarıdır.
Eğer bir devlet, varlığını başkalarının elindekini çalmaya odaklamışsa, yeryüzünde kavganın olmaması mümkün değildir.
Oysa Milli Devletler, sürekli büyümek için “veren el” olmalıdırlar. Atatürk, Milli Devlet’in bu “veren el” karakterini, “yurtta sulh,cihanda sulh” ufkuyla ifade etmiştir.
Milli Devlet, “gerçek Sosyal Devlet”tir...
Bu tez, bugüne ka dar tarif edilen Sosyal Devlet olgusunu son derece geliştirmekte, konu ile ilgili yanlış algılamalara son vermektedir. Her şey den önce, “aldığından bir kısmını veren el olma”nın ötesinde, “aldığından daha fazlasını verebilme” kabiliyetinde ve niyetinde olan bir Sosyal Devlet anlayışını hayata geçirmektedir.
Sosyal Devlet yaklaşımı devletin milletine bir “ikramı değil” aksine “vazifesi”dir. Bireylerin doğuştan gelen haklarının karşılığı Sosyal Devlettir. Sosyal Devlet kavramı, aynı zamanda sürekli büyümenin sağlanması için bir iktisat kuralıdır.
Milli Devlet, adaleti yeryüzünde tesis edecek modeli de hayata geçirmektedir. Sadece kendi vatandaşlarının hakkını koruyan değil, eko–sistemin ve eşyanın dahi hakkını korumakla kendini mükellef sayan Milli Devlet, dünyanın huzuru için de tek çıkış olarak karşımızda durmaktadır.
Yeryüzünde barışın sağlanması için dengeli bir silah gücü nün varlığına dikkat çeken Milli Devlet yaklaşımı, “güçlü millet–güçlü devlet” için “silahlı kuvvetlerin güçlü olması”na önem vermektedir. Silah gücünü savunma amaçlı kabul eden Milli Devlet tezi, askeri müdahalelerin haklılığını ancak milletlerin haklarına tecavüz edildiğinde doğru kabul etmektedir.
Milli Devlet, millete ait değerlerden yola çıkarak kendi milletine uygun bir eğitim modelini milletine yaşatmakla da mükelleftir.
Milli Devlet, üç ana kurumun üzerine milletlerin bekasını oturtmaktadır.
Yani, “güçlü devlet, güçlü ordu ve sağlam aile yapısı” olmadan milletlerin varlıklarını devam ettirmeleri mümkün değildir.
İnsana hizmeti kendi varlık sebebi kabul eden Milli Devlet anlayışı, insanların, temel haklarını ancak hür ve bağımsız milletler olarak yaşayabileceğine inanmaktadır. Bu sebeple Milli Devlet projeleri güçlü devletin, güçlü ordunun ve sağlam ailenin oluşması için geliştirilmiştir.
1– World Bank, ILO World Employment Report