Milli Ekonomi Modeli
Prof. Dr. Haydar Baş

DIŞ TİCARET POLİTİKASI

Dış ticaret, bir ülkenin diğer ülkelerle olan alışveri­şidir. Bağımsız ülkeler dış ticaret rejim ve uygulamala­rını kendi lehlerine göre düzenler. Gümrük tarifeleri, kur politikası, dış ticaret anlaşmaları, kotalar gibi mev­zular o ülkenin siyasi ve ekonomik hedeflerine göre belirlenir. Dış ticaret bu açıdan bakıldığında sadece kâr amacı güden basit bir takas anlayışından öte ülkelerin siyasi, askeri, kültürel ve ideolojik hesaplarını hayata geçirmek için kullandıkları en etkin vasıtadır.
 
Firmalar veya devletler ürettikleri mal ve hizmetle­re öncelikli olarak içeride pazar ararlar. Uygulanan yanlış politikalar neticesinde tüketim hacminin yeterli düzeyde olmaması veya dahili pazarın istenilen bü­yüklüğe ulaşmamış olması, firmaları ve devletleri dış pazarlara yöneltmiştir. Şüphesiz dış ticaretin tek sebe­bi bu değildir. Ancak son yıllarda birçok firmanın dışa açılmasının sebebi içeride yeterli pazar imkanına sa­hip olamamasıdır.
 
Her ne kadar firmaların dış ticarette hedefi mal ve hizmet satmak olsa da, devletler için asıl hedef mal ve hizmet satmak değildir. Asıl hedef kendi mal ve hiz­metlerine olan talepten yola çıkarak paralarının geçer­li olduğu alanı büyütmek ve paralarını dış topraklarda konvertibl yapmaktır.
 
Bu sebeple ülkeler ihracat yaparken karşılığın­da kendi paralarını talep ederler. Aksi takdirde kendi paraları yerine karşı ülkenin para birimini veya üçüncü bir ülkenin para birimini kabul ettik­lerinde bunun adı ihracat değil, yerli kaynakların başka ülkelere aktarılması olacaktır.
 
İhracatta yerli paranın talep edilmesi, ithalat yapan ülkenin de mal aldığı ülkenin parasını elde etmek için o ülkeye bir mal veya hizmet sunması demektir. Böylece dış ticaret ülkelerin karşılıklı olarak kendi ihtiyaçlarını mal ve hizmet takası yaparak karşılamasıdır.
 
Oysa başta ülkemiz olmak üzere gelişmekte o­lan ve azgelişmiş ülkeler, ihracat yaparken kendi paraları yerine "hard currecy"(yabancı para) ka­bul ettikleri için ihracat yapmaya çalışırken sö­mürülmektedir.
 
Mesela biz ABD'ye ihracat ya­parken sevinirken ABD ise bizden ithalat yapar­ken sevinmektedir.

Anlattıklarımızı şu iki örnekle açıklayabiliriz:

Örnek: 1. durum:

ABD'nin bizden buğday talep ettiğini varsaya­lım. Eğer bunun karşılığında TL istersek, ABD bu YTL' yi temin etmek için cari fiyatlarla örne­ğin ihtiyacımız olan bilgisayarı bize satmak zo­rundadır. Bilgisayar karşılığında 1000 YTL alan ABD, 1000 YTL'yi bize vererek 1 ton buğdayı a­lır. Sonuçta Türkiye bilgisayarını elde ederken ABD ise buğday alır.

2. durum:

ABD'nin buğday karşılığında bize 1000 Dolar verdiğini varsayalım. Bizim de bu parayı Mer­kez Bankamızın kasasında veya kendi toprakla­rımızda emisyonumuz yerine tuttuğumuzu var­saydığımızda -ki bugün ülkemizde olan bundan ibarettir- o zaman ABD kendisine baskı masra­fının dışında hiçbir maliyeti olmayan kâğıt ile buğdayımızı elde ederken, gelirlerimizi kendisi­ne transfer etmiş olmaktadır. ABD'nin yılda 600 milyar Dolar açık vermesine rağmen, halen a­yakta kalmasının sebebi ithalatını kendi parası i­le yapmasıdır.

Devletler ihracata karşılık kendi yerli paraları­nı talep etmez, ihracat ile turizm gibi faaliyetler­le elde ettiği dövizi emisyonunun yerine iç piya­sada dolaştırırsa, ihraç ettiği ürünleri bedelsiz vermiş olacaktır. İhraç mallar karşılığında örne­ğin Dolar, emisyon olarak iç piyasada dolaşırsa o taktirde verilen ürünün karşılığında gerçekte ABD'nin karşılıksız Doları alınmış demektir ki bunun adı sömürülmektir.

Milli Ekonomi Modeli'nde dış ticaret bir sö­mürü araca olmaktan çıkartılıp alışveriş kuralla­rına göre yürütülecektir. İhracat, yerli paranın et­ki alanlarının oluşturulması için kullanılacaktır. Üretilen ürünlerin pazar bulduğu alanlar, aynı zamanda yerli paranın da kullanım alanı olacak­tır. Kapitalist anlayışın dış ticaret konusunda çe­şitli modelleri vardır.

Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin dış ti­caret rejimlerinin gelişmiş ülkelerin çıkarları doğrultusunda düzenlenmesini sağlamak için başta Karşılaştırmalı Üstünlükler, Mutlak Üstün­lükler ve Faktör Donatımı Kuralı gibi teorileri o ülkenin ekonomistlerine ve siyasilerine kabul et­tirmişlerdir. Bu teorilerin hayat bulduğu ülkele­rin kaynakları, üretimleri ve gelirleri bu teorileri üreten gelişmiş ülkelere aktarılmıştır.

Kısaca bu görüşleri ele alırsak:

Karşılaştırmalı ve Mutlak Üstünlükler Teorile­rine göre, ülkeler ucuza ürettikleri ve üstün ol­dukları malları üretip ihraç etmeli, üstün olmadı­ğı yani pahalıya ürettiği malları ise üretmemeli ve ithal etmelidir.

Böylece bütün ülkeler malları ucuza üretip satacağı için herkes bu alışverişten kazançlı çıkacaktır (25).

Bu tavsiyelere göre hareket eden azgelişmiş ülkelerin, zamanla avantajlı oldukları ve ham­madde bakımından zengin oldukları birçok sek­törde iflas ettiklerini, krizden krize sürüklendik­lerini ve küresel güçlere boyun eğerek onlara her alanda bağımlı hale geldiklerini görürüz.

Çünkü bir ülke maliyeti ne olursa olsun gıda, savunma, barınma, giyim, eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçlarını kendisi üreterek karşılayamı-yorsa, ayakta durması ve mevcudiyetini sürdür­mesi mümkün değildir.

Aksi takdirde ülke açık pazar haline gelerek iktisadi ve siyasi bağımsızlığını kaybedecektir

Çin'nin başta enerji, hammadde, vergi gibi gi­derleri dünya standartlarının çok altına çekerek üreticisine destek olması sonucu Çinli firmalar birçok sektörde, bizden çok daha aşağıdaki mali­yetlerle ürün satmaktadır. Bu mantığa göre bizim hiçbir şey üretmeyip daha ucuz olan Çin'den al­mamız lazım. ABD ve AB kendi çiftçisine yılda 100 milyarlarca Dolar üretim desteği verdiği için ABD ve AB tarım ürünlerini bizden daha ucuza mal etmekte. O zaman bu teoriye göre tarım ü­rünlerini de buralardan temin etmeliyiz.

Diğer taraftan IMF'nin de tarıma getirdiği tahditlerle beraber tarım sektörümüz tamamen devre dışı bırakılmaktadır. Çiftçimizin dünyanın en pahalı mazotunu, gübresini, tohumunu kulla­narak üretim yapması neticesinde 4 YTL'ye mal ettiği buğdayın kilosuna devlet 3.50 YTL fiyat verdiğinde, Mukayeseli Üstünlük Teorisine göre ülkemizin buğday üretmeyip, daha ucuz fiyatı o­lan ABD'den alması gerekir. Oysa bu mantıkla birlikte gelişmekte olan ülkelerin tamamı açık pazar haline gelmektedir.

Mukayeseli Üstünlük Teorisi gereği "siz tarım ürünlerini üretin sanayi ürünlerini biz size sata­rız" şeklindeki öneriye Atatürk devlet üretme çiftlikleri kurarak ve bizzat traktöre binerek poz verirken, diğer taraftan Kayseri'de kurduğu uçak fabrikasından Belçika'ya uçak ihraç etmek sure­tiyle kapitalist anlayışın kurnazca oyunlarına ge­reken cevabı en güçlü bir şekilde vermiştir.

Liberal-kapitalist anlayışın, işgücü açısından zen­gin ülkeler, emek yoğun malları üretsin, sermaye ba­kımından güçlü ülkeler ise sermaye yoğun ürünler ü­retsin böylece her ülke sahip olduğu üretim faktörü­nün avantajını kullanarak üstünlük sağlasın şeklinde özetlenebilecek Faktör Donatım Teorisi de Mukaye­seli Üstünlükler Teorisinin bir başka versiyonudur (26).

Hemen belirtelim ki, bu teori işçi ülke-efendi ülke kavramını doğurur. Bu anlayışa göre azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, bu teorinin sonucunda sana­yileşen ülkelerin fasoncusu konumuna düşmüşlerdir. Diğer taraftan katma değeri düşük, çevreyi kirleten ve modası geçmiş üretim tekniklerine sahip fabrikalar iş­gücünün daha ucuz olduğu ülkelere aktarılmıştır. E­meğin daha ucuz olduğu bir ülke bulununca da yatı­rımlar o ülkeye kaydırılmaktadır.

Hatırlanacağı gibi ülkemiz, tekstil, ayakkabı, deri gibi sektörlerde ABD ve AB ülkelerine bu nedenden dolayı ihracatçı konumunda iken, Çin'de ve Doğu Avrupa'da emek fiyatları aşağıya çekilince övünç kaynağımız olan bu sektörlerde çöküş yaşanmıştır.

Bu ve benzer görüşlerin uygulanması neticesinde, dış ticaret açığımız her ay rekor kırmaktadır. Uygula­nan kur rejiminin de desteğiyle, kur düşük tutularak it­halat her alanda büyük boyutlara ulaşmış durumdadır.

2002 yılı ihracatımız 36.059 milyar Dolar iken, ithalatımız 51.554 milyar Dolar oldu. Dış ticaret açığımız ise 15. 495 milyar dolardı.

Bu açık 2003 yılında daha da arttı. İhracatımız 47. 253 milyar Dolar iken, ithalatımız 69. 344 milyar Dolar oldu. Dış ticaret açığımız ise 22.087 milyar Dolara çıktı.

2004 yılında ise büyük bir artışla dış ticaret a­çığımız 34. 419 milyar Dolara fırlarken, ihracat 63.121 milyar Dolar ithalat ise 97. 540 milyar Dolara ulaştı (27).

Yabancı sermayenin yaptığı ihracat ile yerli sa­nayiinin yaptığı ihracat da bir değildir. Çünkü ya­bancı sermaye ihracattan elde ettiği geliri içeride tutmaz.

Yabancı sermaye ile elde edilen gelirin ülke e­konomisine katkısı yerli sanayi ile aynı değildir.

Milli Ekonomi Modeli'nde yerli üretimin ko­runması öncelikli hedef olarak kabul edildiği için yerli üretime katkıda bulunacak veya sahip olun­mayan kaynakların ithalatının önü açılacaktır. İh­racat teşvikleri ile yerli üretici desteklenirken, dış pazarların bulunmasında devlet yerli sanayicinin önünü açacaktır.

Doğru bir para politikası ile yerli üretimlere dı­şarıda pazar bulmak mümkündür. İstenildiği tak­dirde sosyal devlet anlayışında olduğu gibi dış ti­carette de pazarların bulunması mümkündür.
 

25- Prof. Dr. Erdoğan Alkin, iktisat, s. 269
26- İktisat'ın ilkeleri, Ortak Kitap, Alkım Yay., s.630-631, Ankara 1996
27- Bkz. Dış Ticaret Müsteşarlığı Verileri