Milli Ekonomi Modeli
Prof. Dr. Haydar Baş

TÜKETİM

İkibinli yıllar tüketim probleminin olduğu üretim fazlalarının verildiği yıllar olacaktır. Üretime odakla­nan ekonomi modelleri gerçek manada tüketimi göz ardı etmiştir. Paranın belirli ellerde bloke edilmesi, buna bağlı olarak gelir dağılımda ortaya çıkan uçurumlar, tüketimin her geçen gün daha da azalmasına sebep ol­muştur. Bir taraftan teknolojinin de ilerlemesi ile hızla artan üretim fazlaları, diğer taraftan buna cevap vere­meyen tüketim azlığı ülke ekonomilerini içinden çıkıl­maz problemlerle karşı karşıya getirmiştir. işte biz tü­ketim ile ilgili analizimizde her şeyden önce tüketimin önündeki engellerin kaldırılması ve tüketimin olması gereken seviyeye nasıl çıkarılacağı üzerinde duracağız.
 
Ekonomi politikalarımızın hedefi üretim ile tüketi­min arasındaki dengenin oluşturulmasıdır. Bu sebeple tüketim kesiminin desteklenmesi sürekli büyümenin sağlanması için olmazsa olmaz şarttır.
 
Tüketim kesiminin içinde özellikle hedefimiz, belli bir gelir seviyesinin altında kaldığı için ihtiyacı olduğu halde bunu elde edemeyen hane halklarıdır. Bu kitle ö­zellikle ülkemiz için düşünüldüğünde toplumun en az % 90'ını oluşturmaktadır.
 
Eğer ekonomiyi büyütmek istiyorsak tüketim kesimini desteklemek zorundayız, tüketim artma­dan pazar problemi çözülmeden ekonomilerin bü­yümesi hiç mümkün değildir. Bugün çağımızın en büyük problemi hane halklarının büyük bir kısmı­nın tüketebilme kabiliyetini yitirmiş olmasıdır. İş­te asıl üzerinde konuşulması gereken nokta tüketebilme kabiliyetlerinin bu bireylere nasıl kazan­dırılacağıdır.
 
Şu anda yapılan tartışmaların gerçek dünya ile örtüştüğünü söylemek mümkün değil. Bireyler hasta yatağında bir çorba kaşığı suyu içecek gücü bile kalmamış, biz ise oturmuş bu hastanın önüne 10 tabak yemek koyduğumuzda kaç tabağı yiye­ceğini, kaç tanesini buzdolabına koyup saklaya­cağını konuşuyoruz.
 
Tüketim konusunu detaylandırmadan önce ö­nemli bir noktanın altını çizmemiz gerekiyor. O da üretim esnasında elde edilen gelirin elde edilen ürünü satın alabilecek tüketimi oluşturamaya­cağıdır. Bir örnek ile olayı açıklayalım.
 
Toplam 5 kişinin işçi olduğu ve bir işverenin bulunduğu bir örnek üzerinde çalışalım. İşveren ay sonunda her işçisine 100 birim maaş versin, ü­retim faktörleri de emekten ibaret olsun. Ay so­nunda ise bu işverenin elinde en az 500 birimden daha fazla bir ürün olacaktır. Diyelim ki bu 600 birim olsun, işte ay sonunda bu 500 birimlik ge­lirle 600 birimlik mamulün satın alınması müm­kün olmayacaktır.
 
Belli miktarda bir tüketim açığı ortaya çıkacak­tır. Bu açık kapatılmadığı sürece her geçen dö­nem bu eksik tüketim büyüyen ekonomileri içeri­ye doğru bükecektir. Büyüme hızına, miktarına ve gelir dağılımındaki düzensizliğe bağlı olarak er ya da geç bu ekonomide bir tıkanma olması, durağan bir döneme girilmesi kaçınılmazdır.

Klasik denge analizindeki, gelirin çıktıya eşit olduğu görüşü grafik 13'te de gösterildiği üzere yan­lıştır. Çünkü üretim, normal şartlarda üretim harca­malarından elde edilen gelirden büyüktür. Diğer taraftan elde edilen gelirin tamamının tüketime dönüştüğünü varsaysak bile, gelir en fazla kendisi kadar bir tüketim oluşturacaktır. Sonuç olarak üretim ile tüketim arasında ET kadar, yani eksik tüketim mik­tarı kadar bir fark ortaya çıkacaktır.
 
Bu tespitimiz klasik denge analizlerini de boşa çı­karmakta ve yeni denge analizleri yapmayı zorunlu kılmaktadır.
 
Eğer düzenli olarak bu eksik tüketimi tamamla­mak için hane halklarının gelir düzeyini yükseltici bir sosyal devlet modeli devreye konmazsa, dönem­sel krizler kaçınılmaz bir netice olur.
 
Üretim ile tüketim arasında oluşan bu eksikliği tamamlamak için devletin senyoraj hakkını kullan­ması ve bunu da sosyal devlet modeli ile tüketim kesimine aktarması gerekmektedir.
 
Temelde üretim ile tüketim arasında meydana ge­len farkın iki sebebi vardır. Birincisi yukarıda da i­fade ettiğimiz gibi yapısaldır. Diğeri de paranın stoklanması sonucu meydana gelen gelir dağılımın­daki dengesizliktir. Gelir yapısındaki bu bozukluk tüketim harcamalarını daha da aşağıya çekmektedir.
 
Tüketimin eksik kalması yani üretim karşısında yetersiz olması, zaman içerisinde üretimi de azalta­caktır. Azalan üretim gelirlerinin azalmasına ve tü­ketimin daha da düşmesine neden olur. Bu, zincirle­me reaksiyon gibi devam eder.
 
Çözüm olarak kamu harcamalarını arttırmak an­lık bir çözüm getirir. Oysa asıl olması gereken bu zincirleme tüketim daralmasını tetikleyen yukarıda ifade ettiğimiz problemleri çözüme kavuşturmaktır. Ayrıca belli bir hesap dahilinde yapılmayan, hele hele faizle alınan maliyetli para ile yapılan kamu harcamaları ekonomileri borç ve faiz batağının içine sokmaktadır.
 
Buna mukabil arttırılan vergiler sonuçta daha fazla bir tüketim daralması ve aynı zamanda mali­yet enflasyonuna sebebiyet vermektedir. Bunun adı da stagflasyondur.
 
Üretim mukabili piyasada bulunması gereken beli bir para miktarı vardır. Para bahsinde bunu formülize etmiştik.
 
Ancak tüketim sadece piyasadaki para miktarına değil aynı zamanda hane halklarının gelir düzeyine de bağlıdır. Para miktarının artması demek tüketi­min aynı paralellikte artması demek değildir. Bu pa­ra miktarının aynı zamanda herkesin sahip olacağı şekilde ekonominin çarkları içerisinde dolaşımda olması zaruridir. Ancak bu şartla tüketim harcama­ları piyasayı dengeleyecek seviyeye ulaşabilir.
 
Özetle istenilen tüketim harcamalarının yakalan­ması için hem belli miktarda paranın dolaşımda ol­ması, hem de gelir dağılımında belli bir dengenin kurulması gerekir.
 
Aşağıda da görüldüğü üzere belli bir gelir düze­yine kadar bireyler elde ettikleri gelirleri harcarlar, çünkü normal geçim noktasının altında gelirleri vardır. Bu noktadan sonra ise artık hane halkları el­de ettikleri gelirin bir kısmını tasarruf etmeye baş­larlar. Bu nokta tasarruf noktası ya da normal ya­şam noktası olarak da ifade edilebilir. Bu noktadan sonra gelirin marjinal tüketim eğilimi azalacaktır.
 
Eğer belli bir dönem içerisinde kullanılabilir mil­li gelir artmışsa bu artışın aynı oranda tüketimi arttı­racağını söylemek her zaman mümkün değildir.

Eğer bu toplam gelir artışı yüksek gelir grubunda kaynaklanıyorsa, gelir artışı az miktar tüketimde artışa sebep olacaktır. Eğer gelir artışı gelir dağılımında dengesizliği giderecek şekilde olursa bu sefer toplam tüketimi aynı parelellikte artıracaktır. Bu sebeple eksik olan talebi gidermek için yapılacak uygulama düşük gelir grubunun gelir seviyesini yükseltecek şeklide olmalıdır.

Milli Ekonomi Modeli'nde bu, sosyal devlet projesi sağlamakta ve ihtiyaç duyulan talep, dar gelirlinin bütçesine katkı yapılarak sağlanmaktadır.








Tüketimi iki kısımda ele almak mümkündür. Bunlardan birincisi hane halklarının tüketimi, diğeri de yatırım harcamalarıdır.

Bunların toplamı belli bir dönem içerisinde yapılan tüketim harcamalarını bize gösterecektir. Burada görüş­lerimizi ifade ederken daha anlaşılır olması bakımından kamu harcamalarını ve dış ticareti değerlendirmeye al­mıyoruz. Ağırlıklı olarak bu analizimizde hane halkla­rının tüketim harcamaları üzerinde duruyoruz.

Hane halklarının tüketimi üzerine yapılan analizler hep hane halklarının sahip oldukları kullanılabilir ge­lirleri ne şekilde değerlendirdikleri üzerinde durmuş­tur. Oysa sahip olunan gelirin ne şekilde kullanıldığı sorusundan daha önemli olan soru şudur; normal bir hayat standardı için hane halklarının ihtiyaç duyduğu gelirleri ne olmalıdır?





Tüketim analizi yaparken kaba hatları ile hane halk­larını gelir seviyelerine göre ikiye ayırmak lazım. Belli bir gelir seviyesinin altında olan hane halkları elde et­tikleri geliri tasarruf etmeden harcamayı tercih edecek­lerdir. Dolayısı ile tasarrufun başladığı gelir seviyesin­den yukarıda olanlar ile aşağısında olanların davranış­ları birbirinden daha farklıdır.

Bazı hane halkları ayda 1 birim gelir elde ederken bazı hane halkları 100 birim gelir elde edebilir. işte ay­da bu yüz birim elde eden kesimin gelirinin 5 birim artmasının tüketimlerinde meydana getireceği artış, geliri 1 birim olan hane halklarının gelirlerinin 6 biri­me çıkmasının oluşturacağı tüketim harcamalarından elbette daha az olacaktır. Çünkü dar gelirli hane halkla­rı elde ettikleri gelirin tamamını tüketirken, geliri yük­sek olan hane halkları her yeni gelir artışının ancak az bir kısmını tüketime yansıtacaklardır.

Bu sebeple öncelikli olarak ele almamız gereken konu hane halkları için tasarruf noktasını belirlemektir.

Normalde gelir seviyesi arttıkça marjinal tüketim eğiliminin azalması gerekir. Ancak belli bir gelir seviyesine kadar marjinal tüketim eğilimi değişmeden sabit gider, bu bölge adeta suya hasret toprağın gelen her suyu içine çektiği bölgedir. Marjinal tüketimin a­zalmaya başladığı nokta ise tasarrufun devreye girdi­ği noktadır.

Bu noktayı belirledikten sonra yapılması gereken bu seviyenin altında bulunan hane halklarının gelirlerinin bu seviyeye çıkması için ihtiyaç duyulan para­sal hacmi saptamaktır. Bu tasarruf seviyesine kadar hane halklarına yapılacak her türlü gelirlerini arttırıcı desteklemeler aynı oranda karşımıza tüketim artışı o­larak çıkacaktır. Büyüyen ekonomide piyasaya gir­mesi gereken para, işte bu kesime ihtiyaç duyulan miktar kadar gönderilmelidir.

Bir ekonomi düşünün, üretilen her şeye pazar bulabiliyor, aynı zamanda yeni yatırımlar için ih­tiyaç duyulan finansman ise sıfır maliyetle isteni­len miktarda sağlanabiliyor, acaba bu ekonominin olabilecek en büyük hızla büyümemesi için bir engel olabilir mi?

Belli bir gelir düzeyinin üstünde olan hane halkla­rının davranışına gelelim. Eğer gelir seviyeleri dönemsel artıyorsa bireyler bunu hemen tüketime aktar-mazlar gelecek kaygılarından dolayı tasarruf ederler. Ama bu gelir artışı düzenli hale gelmişse elbette bu belli oranda tüketimi artıracaktır.

Burada aklımıza önemli bir soru gelebilir. Yapısı iti­barı ile talep arzdan eksik olduğuna göre nasıl oluyor da enflasyon denen hastalıkla karşılaşıyoruz? Dikkat ederseniz belli bir gelir düzeyini yakalamış ülkelerin geçmişlerinde enflasyon sürecinin olduğunu şu anda i­se deflasyon ile boğuştuklarını görürsünüz. Çünkü geçmişte kalkınmak için yatırım harcamalarını artıran ülkeler bunu karşılayacak arza sahip oluncaya kadar enflasyon ile karşılaşmışlardır.

Yatırımlar üretime dönüşünceye kadar belli bir kısa dönem için piyasada ürün az talep ise fazla ola­caktır. Çünkü yatırım harcamaları talebi arttırır. Kal­kınan ülkeler bu talep enflasyonuna hiç yakalanmayabilirlerdi. Ekonomi politikalarını izah ederken Milli Ekonomi Modeli'mizin buna nasıl çözüm bul­duğunu açıklayacağız.

Bir diğer problem de faizden kaynaklanmaktadır. Faiz, maliyetleri yukarı çekmektedir. Ayrıca faiz ödemeleri için (büyüme oranlarına bağlı kalmaksı­zın) dengesiz bir şekilde emisyonu arttıran ülkeler veya kamu harcamalarını bu dengeyi korumadan ar­tıranlar tabii ki talep enflasyonu ile karşılaşırlar. Ekonominin doğası bize tüketim desteklenmediği takdirde deflasyonun normal bir son olduğunu göstermesine rağmen ; enflasyona sebebiyet vermek, hem faizin ne olduğunu, hem de paranın ne manaya geldiğini bilmemekten kaynaklanmaktadır.

Tüketimi artırmak için faizli verilen krediler, ilk an­da tüketimi arttırsa bile bu paranın faiz yükü gelecek aylarda zaten eksik olan tüketimi daha da daraltacaktır.

Adeta hasta olan bireyler geçici bir düzelme ile karşılaşacak ama bu düzelme ölüm öncesi yaşa­nan hal gibi olacaktır.

Ayrıca teknolojide meydana gelecek değişik­likler tüketim fonksiyonunun daha yüksek seviye­lere kadar eğimini değiştirmeden artmasına sebe­biyet verir.

Teknoloji insanların ihtiyaçlarını çeşitlendire­ceği için toplam tüketim miktarını daha yukarıya taşıyacaktır.

Milli Ekonomi Modeli hane halklarının tama­mına tüketme kabiliyeti kazandırmayı hedefle­mektedir. Bu yüzden bireylerin gelir düzeyinin en azından tasarruf noktasına kadar yükseltecek para ve maliye politikaları, modelimizin ana hedefidir. Aynı zamanda bu hedef sürekli büyümenin sağ­lanması ve tüketim ile üretim arasındaki dengenin kurulması için şarttır.