BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, uluslararası kongreye konu
olan tezi Milli Ekonomi Modeli’nin bir parametresini daha kamuoyunun
dikkatlerine sundu. 70 milyon Türk insanının “vatandaşlık maaşı” adı
altında yeni bir imkâna kavuşturulacağını söyledi.
Milli Ekonomi Modeli tezi ile uluslar arası kongreye konu olan Bağımsız
Türkiye Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, bu haftaki Haftanın
Sohbeti programında literatüre yeni bir kavram daha kazandırdı.
Özellikle, öncelikle Türk vatandaşlarını ilgilendiren, son zamanlarda
adeta kendisinden kaçılan Türk vatandaşlığını, Türk kimliğini kendisine
koşulacak bir cazibe merkezi haline getirecek “vatandaşlık maaşı”
kavramını Türk ve dünya kamuoyunun dikkatlerine sundu.
Türk kimliğinden kaçılır oldu
- Hocam, Milli
Ekonomi Modeli’nin vatandaşımıza bir sürprizi daha oldu. Bu da
“vatandaşlık maaşı” olarak kendini gösterdi. Ve bu kavram ilk defa
duyuluyor açıklanıyor. Vatandaşlık maaşı nedir? Hangi ihtiyaca binaen
ortaya çıktı? 70 milyon insanımıza ne getiriyor? Hepsinden evvel bu 70
milyon insanımızın hepsini kapsıyor mu?
Prof. Dr. Haydar Baş–
Esasen Türkiye’de şöyle bir manzara var. Farkındaysanız bir Türk olma,
bununla faraza imparatorluk döneminde bir şahsın kendini takdim etme,
kendini benimseme duygusuyla, imparatorluk dönemindeki kimlik şuuru ile
şu andaki arasında dağlar kadar fark vardır. Yani o gün benlik, kimlik
çok öndeydi. Hatta “Müslüman Türk kimliği” dendiği zaman bunun
karşısında bütün dünya hazır ol vaziyetinde durabiliyordu. Ama günümüze
geldiğimiz zaman bu kimlikten kopma, kaçma, adeta seferberlik haline
geldi. Mesela biz de sıkça Avrupa’ya gidip görüyoruz. Bu kimlik üzerinde
o kadar oynandı ki “Yok sen hâlâ şunun vatandaşı olmadın mı?”
afişlerine vatandaş muhatap ediliyor. Bir siyaset bunu vatandaşına
kurtuluş simidi olarak takdim ediyor. Bu kadar zillet olur mu? Bu nasıl
siyaset? Bu nasıl ideal? Bu nasıl görgü? Bu nasıl millet anlayışı? Ne
adına, kim adına bunu yapıyorsun?
Bütün bunları biz
seyrettiğimizde bir bakıyorsun benim genç, körpe dimağlarımı alıyorlar,
işte şu kadar bin insanı bilmem nereye götürüyorlar, beyinlerini
yıkıyorlar, filanın insanı olmak için adeta millet seferberliğe
kalkıyorlar. “Ben gidip de Amerika’dan şu pasaportu alayım” diyorlar.
Allah
rahmet eylesin! Bizim Engin, ben Bakü’de profesör olduktan sonra bana
“Hocam! ABD’de bilmem ne pasaportu veriliyor. Bunu sana alayım” dedi.
“Nasıl alınıyor?” dedim. Neyse o kendi kendine bu işi yürütmeye kalktı.
Bir gün ben düşündüm. “Allah Allah! Haydar hoca bilmem nereye rızkının
endişesiyle gidecek. Pasaportum var, orada kalayım, diyecek.” “Bırak
şunu” dedim. “Benim tarihimde boğazı için bir yerden bir yere hicret
eden adam bilmem. Namusu için, vatanı için, dini için, bir yerden bir
yere hicret vardır. Bunun dışında yoktur” dedim.
Kestim, attım.
Allah gani gani rahmet eylesin. Şunu demek istiyorum: En şuurlu
insanımızda bile bu var. Ülkenin şartları onu öyle bir hale getirmiş ki
“buradan kaçarak kurtulalım da ne olursa olsun” diyorlar. Bizim
Güneydoğulu vatandaşlarımız bizim öz be öz kardeşlerimizdir. Adam
propaganda yapıyor. Daha dün Türkiye’nin pasaportu ile gezen insanlar
“buraya gelin biz size petrol maaşı vereceğiz” diyorlar. Allah, Allah!
Şu kafaya bakın! Bizim siyasilerimiz bunu duyduğu zaman kendine çeki
düzen vererek “Allah Allah! Biz ne hale geldik” diyeceği yerde
seyrediyoruz. Ve onun yaptığı bütün hareketlerin de meşru olduğuna bu
teklifiyle kanaat getirmiş oluyoruz. Misaller çoğalabilir.
Utanç vesilesi yaklaşım
Biz,
kimliğimizle iftihar edip herkese anlatmamız gerekirken kendimizden
kaçan, kendimizden nefret eden bir pozisyona geldik. Gönül olarak
düşündüm ki “Yar Rabbi! Öyle bir çıkış kapısı bulalım ki herkes ‘ben
Türk oğlu Türküm’ diyebilsin.” Ben size bir akaid ölçüsü de söyleyeyim.
Bu doğrudur. Geçmişte büyük zatların fetvaları vardır. Bir insan “ben
Türküm” dese bu aynı zamanda “ben müslümanım” anlamına gelir. Ama
“filancıyım” dese bu anlama gelmez. Bu kadar övülmüş ve bir noktaya
taşınmış insanın, milletin kimliğinden kaçacak hale gelmemiz hakikaten
bizim için utanç vesilesidir.
Uluslararası Milli Ekonomi Kongresi’nin misyonu
İşte
Tür vatandaşı olabilme, bunu ayrıcalıklı hale getirebilmek için de
Milli Ekonomi Modeli’ni ben düşünürken, tasarladığım hususlardan bir
tanesi önce işçilerimizdi. İşçilerin aldığı maaşlar belli. Bu maaşlar
gerçekten yetmiyor. Memurumuzun aldığı maaşlar belli. Bu da yetmiyor.
Emeklinin aldığı maaş da belli. Bu da onlara yetmiyor. Bu üç sınıfa biz
nasıl olur da artı bir gelir temin ederizden yola çıktım. Bunu
düşünüyordum. Bunu düşünüyordum ama bunun düşünceden ibaret kalmaması
için buna kaynak bulmamız lazımdı. Kaynakları da esasen parti
programında zikretmiştik. Ama o günün şartlarında bu bizim ortaya
koyduğumuz verilerin tamamen ilmi veriler olduğunu ifade etme imkanı
bulamadığımız için ispat edemedik.
Uluslar arası Milli Ekonomi
Kongresi bunun ulusal bazda realist bir doktrin, tez, düşünce, sistem
olduğunu ortaya koydu. Hakikaten böyle mükemmel bir sistemin de insanlık
tarafından yaşanılmasının lüzumunu ortaya koyunca insanımız da “demek
ki bu işler doğru” demeye başladı.
Ben, “24 saate bu işler
düzelir” dediğimde vatandaş bakıyor, “nasıl düzeltecek? Bu adam atıyor”
diyordu. Benim elimde sihirli değnek yok ama sihirli imkanlar var. Bunu
ifade edemiyordum. Kongrede insanımız bunu idrak etti. “Demek bu
oluyormuş” anlayışına geldi. Bir vatandaşımızın dediği gibi vatandaş
bizden bir bardak su istedi, tabiri caizse biz onun önüne okyanusu
getirdik.
“Kaynak nerede?” sorusunun cevabı
Buradan
hareketle şunu demek istiyorum. İlave bir memur, işçi, emekli maaşı
düşünürken bunun kaynağını nereden bulabiliriz hesabıyla yola çıktık.
Malumunuz bizim devletçi anlayışımız içerisinde yer altı kaynaklarımız
tam 3 katrilyon dolara baliğdir. Nereden hesap ederseniz edin sadece bu
kaynaklar Türkiye Cumhuriyeti Devletinin vatandaşlarının tam on mislini
kıyamete bakacak niteliktedir. Bu kadar büyük imkanlar var. Kaldı ki
GSMH’nın yıl sonu itibariyle senyoraj hakkı ile paraya dönüşmesi olayı
var. Bu hakkı da Türkiye 20 yıldan beri kullanmıyor. ABD bunu
kullanıyor. Bu imkanla bütün dünyanın mamullerini kağıdını boyayıp satın
alıyor. Sen A maddesini imal ediyorsun, emeğinle yoğunlaştırıyorsun,
veriyorsun. O hiçbir zorluk çekmeden alıyor kağıdı, para makinasına,
darphaneye koyuyor, “al bakalım para” diyor. Hiç karşılığı yok. Halbuki
para –ben iktisat modelimde bunu anlattım– bir manada emek ve üretimin
karşılığıdır. Emeğiniz yoksa, üretiminiz yoksa bu, kağıttır, para
değildir. Şimdi bu hakkını, senyoraj hakkını, ABD, hiç emeğini,
üretimini devreye koymadan, güç sahibi olduğu için, “mühür bende
Süleyman da benim” hesabıyla gece gündüz çalışarak benim Türk üreticimin
ürettiğini o kağıt parçasıyla alıyor. Sadece benim mi? Bütün dünyanın
ürettiğini alıyor. 600 milyar dolar bütçe açığı veren bir ülkenin
senelerden beri ayakta kalması mümkün olabilir mi? Bu sebeple ayakta
kalıyor. Şimdi baktık ki bu, olmayan emeğin, olmayan üretimin
karşılığında para basıyor ve biz de bunu alıp kullanıyoruz. Peki benim
olan emeğimin, üretimimin karşılığı nerede? Bunu bir hesaba vurduk ki
bizim ayda bugünkü rakamlarla en az 25–30 katrilyon civarında bir
senyoraj hakkı kullanma imkanımız var ki bu Türkiye için yılda 350–400
katrilyon ediyor. Sen şimdi bunu dağıt bakalım bitirebilir misin?
Bitiremezsin.
Yepyeni bir vergi modeli
Artı
Türkiye’nin gelir olayı var. Hatırlarsanız bendeniz vergiyi anlatırken
az geliri olan vatandaşı vergi yükünden kurtararak tüketici yapma, ondan
vergi almama diye bir görüşüm vardır. Bu yerden göğe kadar haklı bir
görüştür. Burada bizim düşüncemiz şu: Türk toplumuna baktığımız zaman
%90’ı tüketicidir. Bunun içerisinde ara sıra çok kazanan var ama vasatın
üzerinde geliri olan pek fazla olan olmuyor. Bu çok nadirdir. Onun için
bu sınıf insandan vergi almak kadar bana göre zulüm olamaz. Bundan niye
vergi alıyorsun? Adam 700–800 lira maaş alıyor, 500 lirası kesiliyor.
Buna yazık günah değil mi? Sen nasıl devletsin? Devlet olarak bunun
yolunu bulması gerekirken, vergisinin yerine, yani ondan kesilenin
yerine başka imkanlarla maaşına ilave etmek, senin yapacağın yatırıma
farklı yerlerden kaynak bulman lazım iken devlet bunu yapmıyor, farklı
kaynaklar bulmuyor, hazıra gelip konuyor.
Bunları biz düşündük.
Zaten yaşadığımız hayattan dolayı olayı biz basitinden ele alarak yola
çıktık. Ben yaşadığım hayata baktım. Komşularıma, komşularımın
yakınlarına baktım. Yani tüketici sınıfın çok aciz olduğunu, cebinin boş
olduğunu gördüm. Bu noktadan yola çıktım. “Bundan vergi almayalım”
dedik. Almayalım ve artı bu insanı vergi yükünden kurtardıktan sonra
farklı bir gelir de temin edelim, cebine koyalım. Düşünelim ki vergi
aldığımız zaman bunun cebine giren para miktarı 700 liradır, vergi
almadığımız zaman eline geçen miktar 1,5 milyardır. 10 milyon insan ayda
1,5 milyar harcama yapıyor. 10 milyon insan ayda 700 milyon lira
harcama yapıyor. Arada % 100’ün üzerinde bir fark var, değil mi? Bu fark
neye yansıyacak? Piyasaya yansıyacak. Piyasaya yansıyan 10 milyon
kişinin bu artı harcaması üreticinin işyerine artı olarak girecek. Bu
sefer bakacağız ki biz vergi olarak bu insandan almadık ama tüccarımın
ürettiği mamulün 2–3–4 misli pazarda satılmasına sebep olduk.
Baktık
ki tüccar bir kazanıyordu, 10 kazanmaya başladı. Kazandığının dün bir
vergisini veriyorsa şimdi o kadar misli vergisini verecek. Dün bundan
devletin alması gereken para miktarı beş lira ise bugün 25 lira olacak. 5
katı daha fazlasını alacak. Şimdi bu yoldan hareketle biz vatandaşlık
maaşını vatandaşımıza verdiğimiz zaman nereden kaynak bulacağız derken
bu kaynak piyasaya iş olarak yansıyacağı için bir de bakacağız ki iş
adamları bizim sayemizde, atıyorum, ayda piyasaya 15–30 katrilyon
giriyorsa piyasada aynı oranda iş imkanı artacak. Bir yılda paranın
piyasada dönüş miktarını da hesapladığımızda 15–16 kez olduğundan
hareketle bununla çarptığımız zaman trilyonları piyasaya koymuş
oluyorsunuz. Bu da direkt olarak üreticinin ürettiği mamule yansımış
oluyor. Bu da kâr olarak vergi şeklinde devletin kasasına yansımış
oluyor. Görünüşte devlet bunu nereden bulacak derken devlete bunun
sonunda ciddi bir kâr olarak döndüğünü göreceğiz. Faraza 50 milyar
kazanan vatandaşımızdan biz 20 milyar vergi alacağımız yerde almasak bir
yılda bu 800 milyarlık işe yol açıyor. Kârını %30’dan hesap etsek 250
milyar gibi bir kâr ediyor. Bir yıl önce 50 milyar kârdan alacağımız
vergi miktarı 20 milyar vergi olarak yansırken bir yıl sonra 250 milyar
kârdan alacağımız bir vergi miktarı 100 milyar olarak devletin kasasına
giriyor. Devlet de burada kazanmış olacak.
Vatandaş da
vatandaşlık maaşıyla hayatını teminat altına almış olduğu için
devletinden razı olacak. Emme basma tulumba gibi olaylar birbirini
tamamlayacak. Ve vatandaş devletini sevecek. Şimdi devletinden kaçma,
milletinden uzaklaşma gibi bir moda ortaya çıktı. Allah nasip ederse
buna bizim iktidarımız döneminde son vereceğiz.
TÜRKİYE NEDEN 1 NUMARA OLMASIN?
Bunların
hepsi matematiksel ölçüler içerisinde normaldir. Bunun tersi
anormaldir. Bunu yapacağız. Hiç kimsenin bundan kuşkusu olmasın.
Kaynaklarımız buna kâfidir. El ele vererek bu işi en kısa zamanda
halletmemiz ve Türkiye’yi istenilen noktaya taşımamız mümkündür. Niçin
Tükiye, dünyanın bir numaralı ülkesi olmasın. Neden Türkiye, dünyanın en
kazançlı ülkesi, bölgesi olmasın. Neden Avrupa’ya insanımız işçi olarak
gitmek istiyor da Türkiye iş merkezi olmasın. Avrupalıların,
Ortadoğuluların, Uzakdoğuluların, Afrika’daki çalışan insanların, Türk
dünyasındaki çalışan insanların çalıştığı yer haline gelmesin, merkez
haline gelmesin.
Benim gönlümdeki dünya, benim gönlümdeki
Türkiye bu, kalkınmış, güçlü, herşeyiyle dört dörtlük bir Türkiye’dir.
Bunu yapacak durumdayız. Hiç kimsenin bundan kuşkusu olmasın. Bu ne
zillettir. Siyasilerimizi ya bu ideale, ya bu mantaliteye, teze
halkımızın yönlendirmeye gayret etmesi, veyahut değilse bu tez sahibi
ile birlikte olarak bunu hayatına geçirmesi lazımdır.
- Hocam,
bu söyleşiyle birlikte Türk siyasi hayatına, literatüre bir yeni kavram
girmiş oldu. Türkiye bunu bundan sonra çok konuşacak. Hayırlı ve uğurlu
olsun.
Prof. Dr. Haydar Baş– Bunu biz niçin deklere ettik? Onu
da ifade edeyim. Benim modelimi bütün partiler çalmış durumda. Benden
isteseler daha mükemmelini onlara vereceğim. Parça parça alıyorlar. Hani
Nasreddin Hoca hindiyi almış, eve getirirken başını koparmış, kanadını
koparmış, ayağını koparmış, hindilikten çıkarmış. Bu da bunun gibidir.
Alacaklar, bir işe yaramayacak. Onun için bugün toplantıda vatandaşlık
maaşından bahsettik. Bu da mutlaka duyulacak. Alıp millete doğrusunu da
verseler kendileri bulmuş gibi olacak. Biz millete kendimiz deklere
edelim, sahibini ve kaynağını gösterelim diye bunu yaptık. Milletimize
Cenab–ı Hak hayırlar nasip etsin.
[21.12.2005]